Biz kim miyiz?


Biz, mahalle maçı için aynı saatte on kişi buluşamazken, kös dövüldüğünde, saz çaldığında, ney üflendiğinde ve kaval çaldığında, yüreğinin derinlerinde bir sızı sezip bayrağı eline alıp, milyon kişinin kavga etmeden meydanları dolduranlarız.
Buhran zamanında Arjantin'de de mağazalar yağmalanırken, daha ağır buhranda sıraya girerek, sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadan sandıkta kesen demokratlarız.
En zayıf gününde dünyaya meydan okuyan, en dertli gününde bile her kötülüğün “Gün doğmadan neler doğar!” tevekkülü ile mutlaka şafakta biteceğini bilerek tevekkül gösterenleriz.
Hayatın sana verdiklerine "Nasip", vermediklerine "Kısmet" diyen, her işin "Hayırlısına" inanan ve ağlamamak için çok gülmekten çekinenleriz.
Vatanına, milletine, ordusuna ve tarihine sövdüğünde, demokrat olmadığımız söylenen; Vatanına, milletine, ordusuna ve tarihine sahip çıktığında “Faşist” denenleriz.
Çağa uygun eğitim almadığımız için, kendini ve derdini anlatamayıp, Avrupa'da hor görülen, ataların birçok asır önce Viyana'yı kuşattığı için hoş görülmeyip; Napolyon gibi bütün Viyana'yı yakmayanlarız…
Selanik'te Pontus Anıtı'nın, Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçip gidenleriz.
Sayısız imparatorluk kurup, aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkanların torunlarıyız: Zordur, çetindir ve eziyetlidir, üç kıtadan dönüp, bir yarımadada misafir muamelesi görenleriz. 
Batı Trakya'da, Makedonya'da, Kosova'da ve Bosna'da, bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını verenleriz. 
Asya'da batılı, Avrupa'da doğulu diye tepki gören, ırk sözünü bilmeden yaşayan, yaratılanı Yaradan'dan ötürü sevenleriz...
İlk atın arabaya koşulan vatanında; ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta; yazının bulunduğu, paranın icat edildiği, her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, kalkınmak için yabancı sermaye bekleyenleriz.
Bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, bir haftalık hafıza ile yaşayan, Doğu Roma'yı da, Batı Roma'yı da yıkıp, Yeni Roma olan AB'ye girmeye çalışanlarız.
Çanakkale'de ölmeden önce düşmana su veren, düşman yaralısını sırtında kendi hastanesine taşıyan; Sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açan; Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünen: Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koyan; Yağmura rahmet, kara bereket diye bakanlarız.
Belki de dönmeyeceğini bilerek Askere davul-zurna ile uğurlayan Annenin, şehit oğlunun ardından; "Bir oğlum daha olsun, onu da vatan için göndereceğim." diyen.  Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken "Vatan sağ olsun!" diyenleriz.
Yemeği ziyan etmekten korkan, göz hakkına, diş kirasına saygı gösteren: Evindeki bir kap aşın yarısını Tanrı misafirine veren, kendi yerde, misafiri döşekte yatıranlarız...
Harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen yedi düvele meydan okuyanlarız.
Sevdiceğinin elini bir kez tutamadan, toprağa girmekten çekinmeyen; en güzel aşk şiirlerini yüreğinde hisseden ve Milletine sövdürmeyenleriz.
Hoca Yesevî'yi, Mevlana’yı, Hacı Bektaş-i Veli'yi, Yunus'u ve Âşık Veysel'i bilmektir, sevmektir tek bir satırını okumasa da, yüreğinde taşıyanlarız.
Balkanlar'da, Kıbrıs'ta, Hocalı’ da, Anadolu'da ve soykırıma uğrayıp karşılığında yapmadığın soykırımla suçlananlarız.
Medeniyetler beşiği Anadolu'da dik durabilen ve büyük önder Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti ilelebet payidar kılıp, “Ne Mutlu ki Türküm” diyenleriz…