“Şehit nurlanmış, Gazi onurlanmış askerdir.”

Gazi kelimesi lügat olarak savaşan kişi manasına gelmektedir. Ama savaşa katılmış ve sağ dönmüş, bütün kişiler için de gaza kelimesi kullanılmaktadır. Allah (Celle Celaluhü) rızası için savaşan, İ‘la-yi Kelimetullah uğruna mücadele eden, Müslüman askerler için ve bu savaş esnasında yaralanan veya büyük yararlılık gösteren kişiler içinde bu unvan verilmektedir.

Tevbe Suresinde, savaştan zaferle dönenler kastı altında, şehitlik mertebesi ile beraber övülmüştür. “(Habibim!) De ki: Siz bizimle ilgili ancak o en güzel iki şeyin (ya zaferin ya da şehitliğin) birini beklemektesiniz.” [1]

Hadis-i Şerifte ise, “Kim Allah yolunda cihada çıkan bir gaziyi donatırsa, aynen cihada çıkmış gibi olur.”[2] buyrularak, gazilik müessesesi teşvik edilmiştir. Buradaki “Gazi” kelimesi cihada katılan bütün askerler için kullanılmıştır.

Şanlı Ecdadımız, “Ya gazi ya Şehid”, “Ölürsem şehid, kalırsam gazi” tabirleri ile asırlarca, Allâh-u Te‘âlâ yolunda savaşmış ve vatan için canlarını ve mallarını feda etmişlerdir. Onların fedakârlığı sayesinde bu vatan, biz torunlarına miras olarak kalmıştır.

Selçuklularda kurulan ve Gaziyan-i Rûm ismi verilen müessese, savaş zamanı cephede, vatan savunması için çarpışırken, barış zamanı ise tekkede zikir ve ibadet ile meşgul olan kişilerden oluşurdu. Bu müessese sayesinde birçok fetih elde edilmiş ve Anadolu topraklarının topyekûn İslâmlaştırılmasında büyük katkılar sağlanmıştır.[3]

Osmanlı devletinin kuruluşunda muazzam hizmetleri olan bu Derviş-Gazi’ler, hem büyük savaşçılar yetiştirmiş hem de birçok tasavvuf büyüğünü topluma kazandırmıştır. Din-i Mübin-i İslam’a hizmet yolunda, ülkemizin Müslüman bir kara parçasında kurulmasındaki hizmet ve gayretleri hem cihad hem tebliğ sahasında, inkar edilemez bir tarihî hakikattir.

Şanlı Gazilerimiz

Tarihte, gerek savaşta yaralanması veya büyük yararlılıklar göstermesi sebebiyle “Gazi” ünvanı kendisine bahşedilen birçok zat mevcuttur. Kanuni Sultan Süleyman[4] ve Sultan Abdülhamid Han hazretleri “Gazî” unvanını kullanırlardı. Ayrıca Tebriz’in fethi sebebi ile Sultan 1. Mahmud ve Hotin Zaferi sebebi ile Sultan 3. Mustafa’ya gazilik unvanı verilmiştir.

Türklerde ve İslam’da gaziliğin anlamı

Savaş esnasında yaralanan veya büyük yararlılık gösteren kişiler içinde bu unvan verilmektedir.

Türkler Anadolu’ya ilk yerleşmeye başladıklarından itibaren, kendilerini doğuda Moğol istilası, batıda da Haçlı saldırıları karşısında bir mücadele ortamında bulmuşlardı. Gaza düşüncesi, Osmanlıların da içerisinden çıktığı Türkmenleri daha çok heyecanlandırıyordu.

Dolayısıyla tarihinden gelen değerlerle birlikte bu süreç gazayı, Osmanlılarda bir ideoloji haline getirmiştir. Din uğrunda savaşan her müslümanın sıfatı olan gazi dar anlamda, iktisadî zaruretler yüzünden ortaya çıkan büyük şehirlerdeki, hatta bazen ordudaki muayyen zümreler için de kullanılmıştır.

Emevî idarecileri bunların barınması için şehirlerin dışında “ribât” adı verilen kaleler, müstahkem mevkiler inşa ettirmişlerdi. Gazilerin işi daha sonra şehirleri, kervanları korumanın yanı sıra gayri müslimleri (göçebeleri) İslâm’a davet etmek olmuştur. Ribâtlardaki şeyh ve dervişler de bu işi gönüllü olarak üstlenmişlerdir. İşin ilginç yönü, hem gönüllü gazilerin çoğunun hem de göçebelerin Türk olmasıydı.

Selçuklu hanedanına adını veren Selçuk b. Dukak, gayri müslim Oğuzlar’la yaptığı cihad sebebiyle el-Melikü’l-Gāzî unvanını almıştır . Gazneliler devrinde Hindistan’a yapılan seferlerde gaziler de önemli rol oynadılar.