Basın meslek ilkelerine baktığınızda, her mensubuna objektif kriterler sunar. Empati oluşturabilmek için öncelikle “karşı” taraftakinin dünyasını iyi hissetmek gerekir.
Son günlerin en önemli meselesi haline gelen medyada ki karşılıklı suçlamaların temel çıkış noktasının ne olduğunu iyi kavramak ve ona göre bir izah yapmak bizi daha objektif sonuçlara ulaştıracaktır. Ortada cereyan eden meseleye uzaktan bakıldığında, en önemli sorunun “zihniyet farklılığına bağlı empati” sorunu olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz.
Basın meslek ilkelerine baktığınızda, her mensubuna objektif kriterler sunar. “Empati kurgusu” olan medya mensupları da bu tarafsız bakışın ne anlama geldiğini iyi bilirler. Empati oluşturabilmek için öncelikle “karşı” taraftakinin dünyasını iyi hissetmek gerekir. Bir “muhafazakar” ın “sol” görüşlüyü hissetmesi, tersi durumda da aynı hissiyatın gerçekleşmesi çok önemlidir. Benim bu düşüncem de “olması gereken” i ifade ediyor, elbette. 
Bazı, “yanlış kuvvetlerin medyası” görüntüsü veren ve “Ülkede yaşanan muhalefet eksikliğini giderme” çabası taşıyan gazetecilik anlayışını, yaşayan bir gerçek olarak görmediğimi asla düşünmeyin. Devam eden yargılama sürecinin neticesinin, bu görüntüyü haklı çıkarmaması da bizim temennimiz olsun. Medyaya olan güvenin sarsılmaması adına, önemli olduğu için vurgulamak istedim. Çünkü “bir gazetecinin en doğal hakkı ve gücü, medya gücüdür.” diyip biraz da gerçeklere dönelim isterseniz.  
Birkaç yıl öncesine kadar ezilen, malum gazetelerde asla yer bulamayan yazar ya da gazetecilerin “muhafazakar” olarak adlandırılanlar olduğunu da kimse inkar edemez; yıllarca kendileri adına empati kurulamayan onlar değil miydi? O günlerde, bugün sesleri “avazı çıktığı kadar bağıranlar” neden empati kurmadılar. Hakları ellerinden alınan imam-hatip okulu ve ilahiyat öğrencilerinin yerine kendilerini koyamadılar; hatta yapılanı biraz meşrulaştırsın inadıyla mağdur edilen milyonlarca meslek liseli öğrenciyi de aynı algıyla anlamak istemeyen de onlar değil miydi? 
Sözlerim “onlar anlamadı bizler de anlamayalım” demek anlamına asla gelemez. Ama hatırlatmamak ta çok vicdani değildir. Yazımı “tarafsızlık” gibi inanmadığım bir hikâye üzerinden yürütmeyi de düşünmüyorum. Tam tersi, her beyin sahibinin taraflı olması gerektiğini bir zaruret olarak görüyorum. Kaldı ki taraflı olmak asla “anlayamamak” değildir.
Duygudaşlık kuramamanın yanında bir de “kurmama” hali var ki o da tamamen inanç ve siyaset farklılığına dayanıyor. Gerçeğin ne olduğunu gören ama sadece karşıdakine puan aldırmamak için onu inkâr eden anlayıştan bahsediyorum. Bizde ki sorunların çıkış kaynağının da buna bağlı olduğunu düşünüyorum; “inkâr siyaseti” olarak; “yalanı meşrulaştıran siyaset anlayışı” da diyebiliriz buna.
Son söz olarak “Vicdanını kaybetmekten çok etrafındakileri kaybetme korkusu” her zaman bizlerin, “diğerini” anlamasını imkânsızlaştıracaktır. Sevgiyle, yine de umut ve hep umut diyorum.