Arap yarımadasının cehalet ve şirk karanlığının içinde boğulduğu dönemdir. Güçlünün hâkim olduğu, zayıfların ezildiği, zenginin fakiri yok saydığı, kadınlara kıymet verilmediği, doğan kız çocuklarının utanç sebebi sayıldığı, ticarette haksızlıkların hat safhada olduğu, içki, zina ve rezilliklerin âşikâr olduğu, tahtadan, altından, taşlardan, hurmadan, helvadan, yapılan putlara tapılarak Allâh’a karşı şirk koşulduğu ve küfrün işlendiği kapkara günlerdi. Bunlarla birlikte; Mûsa ve İsâ Aleyhisselâm’ın şeriatlarını tahrif ederek İslâm dışı kalmış olan Yahudi ve Hıristiyan’lar. Kabileler arası savaşlarda dökülen kanlar ve türlü türlü kötülükler. Adeta topyekûn helâkı arzulayan bir toplum.

         İşte böyle kötü bir dönemde Allâh-u Teâlâ, Efendimiz Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem’i Âyet-i Kerîme’de haber verildiği gibi âlemlere rahmet olarak göndermiştir:

وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ ﴿١٠٧﴾

Anlamı: “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”

         Başka bir Âyet-i Kerîme’de de şöyle buyurulmuştur:

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذ۪يراًۙ ﴿٤٥﴾ وَدَاعِياً اِلَى اللّٰهِ بِـاِذْنِه۪ وَسِرَاجاً مُن۪يراً ﴿٤٦﴾ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ فَضْلاً كَب۪يراً﴿٤٧﴾

 

Anlamı: “Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik. (Ey Rasûlüm) Müminlere müjdele: Onlara gerçekten büyük bir mükâfat var.”

         Peygamber Efendimiz kendinden önceki peygamberlerden farklı olarak sadece kendi kavmine değil bütün insanlara ve cinlere Peygamber olarak gönderilmiş bir rahmet vesilesidir. Rahmet ve merhamet güneşi Peygamber Efendimiz, insanları, her şeyi yoktan var eden, hiçbir şeye benzemeyen, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeye kâdir olan ve tüm mekânlardan münezzeh olan Allâh-u Teâlâ’ya îmâna ve sadece O’na ibâdet etmeye dâvet etmiştir.

         Hakîkatin nûru ile karanlıkları aydınlatmış, insanlığın kurtuluşu için şefkat ve merhametle insanlara ilim öğretmeye gayret etmiştir. Özellikle Mekke döneminde öncelikle îmân esaslarını öğretmiş ki insanlık bir an önce şirk ve küfür batağından kurtulsun. Ticaret için ve Kâbe’yi ziyaret için gelenlere ibâdete layık olanın sâdece Allâh-u Teâla olduğunu , O’nun yüce sıfatlarını bildirmiş ve insanları putlara tapmaktan men etmiştir. Kendisine; “inandığın ilâhını bize vasfet” diyenlere El-İhlâs sûresi ile cevap vererek; “Allâh’tan başka ilâh olmadığını (ibâdeti hak edenin sâdece Allâh-u Teâlâ olduğunu) Allâh’ın hiçbir şeye muhtaç olmadığını, O doğurmamış ve doğmamıştır diyerek O’nun eşi ve benzeri olmadığını bildirmiş, Hıristiyanların İsâ Mesih Allâh’ın oğludur iddialarını, Yahudilerin de Uzeyr Allâh’ın oğludur iddialarını reddetmiş, beyan ettiği bu hakikatlerle bütün noksanlıklardan münezzeh olan Allâh-u Teâlâ’yı vasfetmiştir.

         Yemen’den gelen bir heyet Peygamberimize –sallallâhu aleyhi vesellem- “bize ilk yaratılandan bahset” dediklerinde Efendimiz onlara şöyle buyurdu:

Hadîs-i Şerîf’in anlamı: “Ezelde Allâh vardı, O’ndan başka hiçbir şey yoktu. Sonra suyu yarattı, Arş’ı Âlâyı da suyun üzerinde yarattı. Sonra kalemi yarattı ve ona kıyamete kadar olacak olan her şeyi Levh-i Mahfûz’a yazmasını emretti. Sonra gökleri ve yeri yarattı”.(İmâm Buhârî, İmâm Beyhakî, İbnu’l Cârûd) Başka bir Hadîs-i Şerîf’te de mana olarak şöyle geçmektedir : “Bundan (Levh-i Mahfûz’dan)  elli bin sene sonra da gökleri ve yeri yaratmıştır.”

          Yâni Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu soruya şöyle cevap vermiş oluyor: “Şüphesiz ki Allâh’ın varlığının asla bir başlangıcı yoktur, yâni O ezelîdir, O’ndan başka her şey ise kesinlikle yaratılmıştır ezelî değildir”.

           Peygamber Efendimiz bu yolla öncelikle Allâh-u Teâlâ’ya doğru şekilde îmân edilmesini sağlamış ve insanları îmân dairesine sokmuştur. Bu sağlam temel oluştuktan sonra da vahyedilen diğer amelî hükümlerle de îmânın fiiliyata dökülmesini sağlamış böylelikle gerçek saadeti, mutluluğu, huzuru, yani ebedî mutluluğa giden yolu ümmetine tebliğ etmiştir. Kuşkusuz bu nurlu yola giren ve onda sabit kalanlar kurtuluşa erenlerdir. Allâh-u Teâlâ’ya sonsuz şükürler olsun ki bu kutlu nebîye bizleri ümmet kıldı.

            Hicrî ayların üçüncüsü olan Rabîul Evvel ayının on ikisinde Pazartesi günü Mekke’de doğan Peygamber Efendimizin mevlîdi bu yıl İki Ocak Cuma gününe denk gelmektedir. Bu güzel günü ve gecesini hayırlı ameller, salât-u selâmlar ve duâlar ile geçirmeye gayret edelim.

             Ancak ne acıdır ki, bu azîm Peygamberin ümmetinin bir kısmı, onun doğumundan gafil bir halde olup Müslümanların adetinden olmayan adetlerin peşine düşmüşler dinimizde olmayan birtakım eğlence ve kutlamalar yapmaktalar. Halbuki günümüzde yapılan bu kutlamalar İslâm’a uygun değildir. Elhamdulillâh bizler bu ve benzeri uygulamaları reddederiz.

O kutlu nebîye layık ümmet olabilme duâsıyla Allâh’a emânet olunuz.