"Tarih ile geçmiş aynı şey değildir" sözünün en çarpıcı örneği ile yaşandığı ülkelerden biri, ne yazık ki Türkiye’dir…

Kimine göre “Devlet-i Âl-i Osmân” kimine göre “Hainlik içindeki padişahların yetiştiği hanedanlık” düşüncelerinin nereden beslendiğini tam olarak anlamadan bir çözüm sunmak, kavgayı daha da derinleştiren başka bir cehaletin ürünüdür…

Osmanlıyı, yeni devletin hafızasından silmek isteyenlerin -geçmişi yok sayarak- icat ettiği tarihi, bütün boyutlarıyla ve yeteri kadar gün yüzüne çıkarmadan yol alınamayacağını da ifade etmek isterim…

“Soyer, İzmir’in kurtuluşu etkinliklerinde sarf ettiği ‘Osmanlı'ya düşman’ sözleriyle yalnız mıydı?” sorusu da bizi işte bu gerçekte yaşananları temsil eden geçmişi, icat edilen bir tarih yazımı ile yaran zihniyete götürecektir…

Toplumun belirli bir kesimine “resmî tarih tezi” ile benimsetilen “icatlar” ile bu icatların ulaştırılamadığı; ama toplumun çok daha büyük kesimine tekabül edenlerin koruduğu hafıza, o gün bugün kavga etmeye devam ediyor…

İcat edilene karşı olacak kitle -şimdi çoğu şehirli ve eğitimli- daha çok köyde ya da kırsalda olsa da öncülük edecek olanlar yine eğitimli ve siyasetin içindeki kadrolardan çıkmıştır…  

Bu kavganın ilk açık müsabakasını da 1950’de gerçekleştirilen çok partili ve görece demokratik ilk seçimlerde, Adnan Menderes’le birlikte ona inananlar kazandı…

Yazının Devamı için tıkla