Bozkır kültüründe önemli bir yere sahip olan at, Türk toplumlarının hızla büyümesinde daima ön plandaki unsurlardan olmuştur.

16. yüzyılda bir savaş oyunu olarak kabul edilen Cirit, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu ve sarayının en büyük gösteri sporu ve oyunu oldu. Cirit aynı zamanda tehlikeli bir oyun olması sebebi ile 1826 yılında II. Mahmut tarafından yasaklanmıştır. Daha sonraları tekrar popüler bir gösteri oyunu olarak yaygınlaştı.

Savaşçı bir yapıya sahip Türk halkları henüz çocuk yaşlarda ve koyun sırtında biniciliği deniyor, atıcılık öğreniyorlardı. 

Bu bağlamda savaşçı bir yapıya sahip olan ve bozkır yaşamının zor şartlarıyla mücadele eden Türk toplumlarında sporun ileri düzeyde gelişmiş olması olağan bir durumdur. Zira ata binmek, ok ve cirit atmak herkesin doğal uğraşlarındandı ve atlı cirit oyunları da bu sayede mücadele azmini keskinleştirirdi.

Tüm spor hareketleri savaş hazırlığı niteliği taşırdı.  Nisan ve Mayıs aylarında ilk gök gürlemesi ile başlayan sazlı, türkülü, eğlenceli bahar bayramlarında at yarışları ve çeşitli müsabakalar düzenlenirdi.

Türkler sporla iç içe yaşadıkları İslamiyet öncesi dönemin ardından İslamiyet’i kabul etmeleriyle beraber İslam da spora önem verdiği için faaliyetlerini devam ettirmişlerdir.  Toplu yaşadıkları her köy ve kasabada düz ya da çimenlik bir bölgeyi, güreş ve cirit alanı olarak korumuşlardır.

Bayburt’ta ilk cirit oynanması  1200’lü yıllarda Mugusiddin Tuğrul Şah’ın kaleyi onarması esnasında oynandığını, yine IV. Murat’ın Revan Seferi’ne giderken Bayburt’a uğradığı ve onun onuruna Bayburt’ta bir cirit gösterisi yapıldığının tarihi kitaplarında yer alır.

Yukarı Loru Köyü’nden Ağa Efendi, Aşağı Loru Köyü’nden, Çorak Köyü’nden Süleyman ve Bahri Efendilerin Cumhuriyetin 10. Yılı kutlamalarında  İstanbul’daki cirit gösterilerine Bayburt’tan davet edilen kişilerdi. 1937 yılında Atatürk’ün isteği üzerine Bayburt Cirit ekibinin Ankara’ya giderek bir cirit gösterisi sundular  ve Atatürk’ün ciritçilere Şimendiferli Köstekli Saat  hediye etti.

Günümüzde Cirit denilince akla ilk gelen ism Arif Köprücüdür.Köprücü aynı zamanda,Bayburt Atlı Spor Kulübü Başkanlığını yapmaktadır.

Selçuklu Dönemi’nde çeviklik ve beceri isteyen Atlı Cirit sporu önemli bir yer tutmaktaydı.  Atlı Cirit, savaş eğitiminin yanı sıra bir çeşit eğlence aracıydı. Yapılan spor gösterilerine sultan ve ailesi de katılırdı.

Türkiye Selçukluların da şehzadeler ilmiyle ünlü lalaların yanı sıra spordaki becerileriyle de ün yapmış lalalar tarafında eğitilirlerdi.

Osmanlı Dönemi’nde zirveye çıkan Atlı Cirit sporu, yakalayıp bağışlama, rakibine kin tutmama gibi özelliklerinden ötürü sporcuya nefsine hâkim olmayı öğretmekte ve bu sayede büyük yeteneklere sahip savaşçılar yetiştirmekteydi.

 Saray’da özellikle itibar görmesinin bir diğer nedeni de Enderun’da görevlendirilen ve hizmet ederken aynı zamanda da daha önemli görevler için yetiştirilen iç oğlanlarının askeri eğitimlerinin bir parçası olmasıdır.

Osmanlı Sarayı’nda cündiler “Lahanacılar” ve “Bamyacılar” olmak üzere iki alaya ayrılırdı.

Alayların oluşturulması,  takımlaşma ve sporun profesyonelleşmesi açısından önemli bir özellikti.

“Lahanacı” ve “Bamyacı” isimlerinin ortaya çıkışına dair bir çok kaynak, Ankara Savaşı sonrası Çelebi Mehmet ve oğlu Murad’ın süvarilerini talime aldıklarına dikkat çeker. İki rakip haline gelen süvarilere Amasya’nın bamyası, Merzifon’un da lahanası meşhur olduğundan Çelebi Mehmed’in takımına “Bamyacılar”, oğlu Murad’ın takımına ise “Lahanacılar” denilmiştir.

Padişahın her daim yakınında olan Silahtar Ağa cirit oyunlarını organize etmekle görevliydi. Padişahın cirit oyununu seyretmek isteyeceği düşünülerek cirit maçından bir gün önce Cündibaşına haber verilirdi.

Cündibaşı da Lahanacı ve Bamyacı alay başlarına haber verir, hazır olmalarını sağlardı. Lahanacılar, kırmızı kadifeden şalvar ve yeşil mintan giyerek yeşil bayrak taşımakta, Bamyacılar ise kırmızı kadife şalvar ve mavi mintan giyerek kırmızı bayrak taşımaktaydı.  Osmanlı padişahlarından II.Mahmut’un Bamyacılar’ı, III.Selim’in ise Lahanacıları tuttukları bilinmektedir. Hatta III.Selim’in İlhami mahlasıyla yazılmış “Benim Güzel Lahanam” adlı bir şiiri de bulunmaktadır.

Saraydaki cirit meydanında bu iki takımı simgeleyen, birinin tepesinde bir bamya, diğerlerinin tepesinde ise bir lahana heykeli bulunan iki mermer sütun hala durmakta ve bizlere atalarımızın spor sevgisini hatırlatmaktadır.

Cumhuriyet sonrası ilk ihtisas kulübü 1957’de Erzurum’da kurulmuş daha sonraları Erzincan, Bayburt, Ankara, Uşak, Manisa ve Malatya’da da kulüpler kurularak bütün Anadolu’da Atlı Cirit profesyonel bir şekilde icra edilmeye başlanmıştır.

Türkiye’de günümüzde 120’ye yakın cirit kulübü nün bağlı olduğu federasyon var,Bayburt  atlı cirit kulüpleri de  bu federasyona bağlı.

Ayrıca yurtdışında İran, Afganistan ve Türkistan’da halen canlılığını sürdürmektedir.