Adamın biri, oğlunun ticari becerisi olmadığı ve iyi de bir tahsil yapıp meslek sahibi olamadığı için, geleceğinden endişe duymaya başlar. Ölmeden çocuğunun karnını doyuracak bir işin kulpundan tutmasını arzularmış. Bakmış oğlunun yapıp başaracak bir şeyi yok, hiç olmazsa aç kalmasa bari dermiş ve endişe duyarmış. Oğluna gidip gelip ısrarla: “Evladım, ülkemizde şu parti güçlü, şu parti de ana muhalefet partisi. Bunlardan birine üye ol. Ön safta görev al, siyaset yap, siyasetçi ol, oğlum” deyip, oğlunu yönlendirmeye çalışıyormuş. 
Oğlu ise, babasının bu teşviki karşısında: “Ben siyaseti sevmiyorum, hele böyle partilerin ilçe başkanlığı gibi görevleri asla istemem” demiş.
Babası, her seferinde bıkmadan, usanmadan oğlunu teşvik etmeye devam eder: “Oğlum, azcık kafanı çalıştır. Göreceksin ki, en kazançlı meslek particilik.”
Oğlu, “Baba, bende o kabiliyet yok. Ben asla siyasetle uğraşamam, ben kim, siyaset kim?”
Babası sinirlendiğini belli etmeden, dişlerini kıstırır, kendine hâkim olmaya çalışarak: “Lan oğlum, siyasetle uğraşanları gözünde büyütme. Aç gözünü, çevrende siyasetle uğraşanlar bir bak, etrafına bir göz at, partilerin ilçe başkanlarını bir gözünün önüne getir, konuşmalarına kulak ver, beyanatlarını gazetelerden oku. Siyasetle uğraşan kişilerin hepsinde kafamı var zannediyorsun? Onların birçoğunu sen cebinden çıkarırsın.” Bütün öğütlere ve tembihlere rağmen, adam oğlunu ikna edemez, oğlu kendisine güvenemez ve ikna olmaz… 
Oğlu derki: “Baba, benden siyasetçi, lider mider olmaz.”
Babası, oğlunun bu son çıkışına kızar: “ Senden partinin lideri ya da ilçe başkanı ol diyen mi var?” Çocuk bakmış ki, babasının ısrarlarına rağmen bir türlü kurtuluş yok. İçindeki endişeleri babasıyla paylaşır: “Babacığım, partinin ön saflarında yer almazsam, partiye lider olmazsam, ekmeğimin yolunu bulamam ki.”
Babası, oğlunun kafasındaki köşeli jetonların düşmeye başladığını görünce, mutfağa gider ve bir tas alır gelir, der ki: “Git şu çanağı zeytinyağı satan şu dükkândan doldurt ve parasını isteyecek olduğu zaman, dükkân sahibine deki, parasını akşam babam gelince ödeyecek, de.”
Çocuk, babasının dediklerini aynen uygular. Babasının tarif ettiği zeytinyağı satan dükkâna gider. Tası dükkân sahibine uzatır ve zeytinyağı doldurmasını ister. Dükkân sahibi de, çocuğun elinden tası alır, zeytinyağı bidonunun musluğunu açar litre ölçekli bir kaba yağ doldurup çocuğun getirdiği tasa yağı boşaltır ve zeytinyağı ile dolu tası çocuğun eline verir. Çocuk, yağ dolu tası eline alınca kapıya doğru yönelir ve der ki; “Yağın parasını babam gelip ödeyecek.”
Dükkân sahibi, çocuğun elindeki yağ dolu tası alır, götürüp yağ bidonuna yağı geri döker ve çocuğa: “Babana selam söyle, bizde veresiye yağ yok, de” der.
Delikanlı şaşkın bir şekilde eve gelir ve babasına olanları anlatır. “Baba baba, dükkân sahibi veresiye yağ satmayacağını söyledi. Sana da selamını iletmemi belirtti.”
Babası gülümseyerek oğlunun elinden yağ tasını alır: “Git mutfaktan bir dilim ekmek getir” der.
Çocuk mutfağa gider, bir dilim ekmek alır gelir ve babasına verir. Babası ekmeği yağ tasının içine sürter, evirir çevirir ve al bu ekmeği ye” der. Delikanlı ekmeği yer ve şaşkın bir şekilde: “Aaa ekmek yağlı” der. Babası gülümseyerek oğlunu onaylar. “Gördün mü oğlum, yağ satan dükkâna girdin mi boş çıkmazsın. Bal satan dükkâna da girsen yine boş çıkmazsın. Partilerde ister lider ol, istersen üye ol.  Sen istedikten sonra mutlaka kabına bir dilim ekmeği yiyecek katık bulaşır. Oğlum gözünü aç. Hadi oğul işin rast gele…”
Bu kıssadan hisseyi okuduğunuzda aklınıza: “Bal tutan parmağını yalar” atasözünü hatırlamışınızdır. Çevremize baktığımızda, ekmeğini yağa banıp yiyenleri ve ya parmağını bala banıp yemeyi kafasına koyanları hemen görebileceksiniz. Özellikle de son günlerde…