Âlemlerin Rabb’i olan Allâh’a hamd, salât ve selâm efendimiz Muhemmed’e, âline ve ashâbına olsun.
Vasiyet Rasûlullâh’ın vasiyetidir, tavsiyesidir. Peygamber efendimiz meâlen şöyle buyurmuştur.
Meâlen: “Sizlere sahâbelerimi tavsiye ederim, onları tâkip edenler ve onları tâkip edenleri”. Bir başka Hadîs-i Şerîf’te Peygamber efendimiz meâlen şöyle buyurmuştur. “Kim Cennet’in daha iyi olan yerini, ortasını istiyorsa Cemâat’e (Ehl-i Sünnet Ve Cemâat) bağlı kalsın” yani çoğunluğu teşkil eden Cemâat’e bağlı kalsın Ehl-i Sünnet Ve Cemâat’in inancından sapmasın.
Peygamber efendimizden bizzat emir gelmektedir ki hem onun yolundan hem de sahâbelerin yolundan gidilmesi gerekir. Bir başka Hadîs-i Şerîf’te Peygamber efendimiz  meâlen şöyle buyurmuştur.
Meâlen: “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, biri hâriç hepsi Cehennem’de olacak, hâriç olan grup ise; benim ve sahâbelerimin yolundan gidenlerdir”.
Bu çoğunluk Sevâd-ı A’zam’dır. İslâm ümmetini temsil edenlerin çoğudur. Onlara günümüzde Eş’arîler ve Mâtürîdî’ler denmektedir.
İlk başlarda Peygamber efendimiz zamanında “Cemâat” deniyordu. Hak yolda olanlara cemâat deniyordu. Sonra “Ehl-i Sünnet Ve Cemâat” denmeye başlandı. Daha sonrada hicrî 4. asrın başlarına doğru Ehl-i Sünnet’i temsil edenlere Ebû Mansur Mâtürîdî ve Hasan El Eş’arî’ye nisbeten Mâtürîdîler ve Eş’arîler denmektedir. Bu iki topluluk Ehl-i Sünnet Ve Cemâat’i teşkil edenlerdir. Gerek Hanefî’ler olsun, Şâfiî’ler olsun, gerek Mâlikî’ler olsun ve Hanbelî’lerin fazîletlileri olsun bunlar hak yolda olanlardır. Allâh-u Teâlâ Âl-i İmrân sûresinin 110. Âyet-i Kerîmesinde şöyle buyuruyor:     
            كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ
          Meâli: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.”
Âyet-i Kerîmenin ifâde ettiği Ehl-i Sünnet Ve Cemâattir. Müslümanların çoğunluğunu oluşturan bu grup sapıtmaz. Bu konu ile alâkalı olarak Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur;
Meâlen: “Rabb’im bana vâdetti ki, ümmetimin tâmâmı sapıtmaz (topyekün sapıtmaz)”. Yâni bu ümmet topyekün sapıtmaktan, sapıklığa düşmekten korunmuştur.            
Hak yolda olanları teşkil eden İmâm Ebû Hanîfe olsun, onun yolundan giden Fatih Sultan Mehmed Han olsun, İmâm Şâfiî olsun, onun yolundan giden zâtlar olsun, Salâhuddîn Eyyûbî gibi, işte bunlar hak yolundan gittiler ve bunlar Ehl-i Sünnet’i temsil ettiler.
Fâtih Sultân Muhammed, hem İstanbul, hem İstanbul dışında medreseler yapmıştır ki, buralarda hocalar yetişsin, bu din ilmi, Ehl-i Sünnet inancı yayılsın. Sultân Salâhuddîn Eyyûbî de, Mısır’da Nâsırîye medresesini yaptırmıştır ki, orada da hocalar yetişsin ve Ehl-i Sünnet ilmini yaysınlar. İşte bunlar Ehl-i Sünnet’in hâmileridir.
Sultân Abdulhamîd de, Türkiye içinde ve dışında 30000’den fazla medrese yaptırmıştır.
       Maalesef günümüzde fitne ve fesat yayılmıştır. Sadece Türkiye değil Mısır ve Şam bölgesi de olmak üzere, dünya da böyledir. Peygamber Efendimizin de bildirdiği gibi;
“Kıyâmetin küçük alâmetlerinden biri; ilmin azalmasıdır, âlimlerin azalmasıdır.”  Tam anlamıyla âlim sayılabilecek insanların sayısı azdır. Bunlar azdır, cehâlet ise maalesef çoktur.
İmâm Muslim ve Buhârî’nin rivâyet ettikleri bir Hadîs-i Şerîf’te Peygamber Efendimiz meâlen şöyle buyurmuştur:
“Allâh-u Teâlâ, ilmi âlimlerden çekerek ortadan kaldırmaz, ilmi âlimlerin canlarının alınmasıyla ortadan kaldırır. Öyle ki; âlim kalmayınca, insanlar câhillerin başlarına, fetvâ verdirirler. Böylece onlar hem kendileri sapıtırlar, hem de başkalarını saptırırlar.”
Ancak Allâh’a hamd olsun, Türkiye’de günümüzde Allâh’tan korkan hocalar mevcuttur.
         O halde Ehl-i Sünnet açısından bizler neler yapabilir, eksiklerimizi nasıl giderebiliriz?”
         Sâlih olan i’tikâd, Ehl-i Sünnet i’tikâdıdır. Onun dışında kalanlar sahîh değildir. Ehl-i Sünnet i’tikâdı delîl olarak Kur’ân-ı Kerîm’e dayanır. Ayrıca sahîh Sünnet’e ve ümmetin icmâına dayanmaktadır. Allâh-u Teâlâ birçok Âyet-i Kerîme’de hiçbir şeye benzemediğini beyân ediyor. Bir Âyet-i Kerîme’de mânâ olarak: “Allâh hakkında benzetme yapmayın.” buyurmuş. Başka bir Âyet-i Kerîme’de de mânâ olarak: “Allâh’ın vasfı, yarattıklarının vasfı gibi değildir.” Yâni; insanın inanması gerekir ki; Allâh, yarattıklarından hiçbir şeye benzemez. Allâh yarattıklarından bir şeye benzeseydi, yaratamazdı. Bizler yaratığız ve hiçbir şeyi yaratma gücünde değiliz. İmâm Ebû Hanîfe; “Allâh, yarattığı hiçbir şeye benzemez.” buyurmuştur. Allâh-u Teâlâ Eş-
Şûrâ Sûresi’nin 11. Âyet-i Kerîmesinde şöyle buyurmuştur:
لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ ۖ وَهُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ             
Meâli: “Allâh hiçbir şeye benzemez.O işitendir, görendir.”
Allâh-u Teâlâ ölçülü değildir. Ölçüsü olan ya küçüktür, ya büyüktür. Ve onun, o halde yaratanı vardır. Allâh-u Teâlâ El İhlâs Sûresinde meâlen: “Hiçbir şey Allâh’ın dengi değildir.” buyurmuştur.
Zunnûn El Mısrî, Ahmed Bin Hanbel ve başka âlimler de demişlerdir ki: Allâh, aklında tasavvur ettiğine benzemez.”
İmâm Gazâlî: İbâdet ancak yaratan ma’budu bildikten sonra geçerli olur.” demiştir. Bu sebeple; insan, Allâh’ın rûh, ışık, hava gibi olduğuna veyâ Arş’a oturduğuna inanıyorsa, bu Allâh’ı bilmiyor ve Allâh’ı bilmeyenin ibâdeti geçerli değildir.
Ehemmiyet verilmesi gereken bilgiler bunlardır. Sahâbelerden Abdullâh Bin Cundub’tan şunu öğreniyoruz: “Biz ergenlik çağına yakın gençlerken, Peygamberimizden, önce îmânı öğrendik, sonra da Kur’ân’ı öğrendik. Onunla îmânımız kuvvetlendi.
Bizler de bu yoldan ayrılmadan istikamet üzere olalım. Allâh’ım! Îmân üzere ölmeyi bize nasîb et.