Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı, OECD Türkiye Temsilciliği, Başbakanlık Müşavirliği, Devlet Planlama Teşkilatı Başkanlığı, YÖK Üyeliği gibi birçok üst düzey görevlerde bulunan dünyaca tınınmış Bayburtlu bilim adamı Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Güvenen, Bayburt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Selçuk Coşkun’un özel daveti ile "Değişen Dünya Düzeni ve Üniversiteler" konulu konferans vermek üzere Bayburt Üniversitesi’ni ziyaret etti. Prof. Dr. Orhan Güvenen, hızla değişen ve değişecek olan dünya düzeninde geride kalmamak için bilgiyi doğru algılayıp bilgi ve beyin gücünü, değerini bilerek ve iyi değerlendirerek, özünü ve kimliğini kaybetmeden vatan hizmetine sunmak gerektiğini söyledi.    
Prof. Dr. Gökhan Budak Konferans Salonu’nda düzenlenen konferansta akademisyenlere hitap eden Prof. Dr. Güvenen, bir imparatorluktan yükselen ulus-devlet olmanın zorluklarından ve sıkıntılarından bahsederek başladığı konuşmasında; hızla değişen dünya düzeninde, Osmanlı İmparatorluğu geleneğinden gelen Türkiye’nin ulus-devlet olarak ayakta durmakla zor olanı başardığını ifade ederek şöyle dedi: 
“Osmanlı’dan, imparatorluktan gelen bir ulus-devleti ayakta tutmak çok zordur. Osmanlı imparatorluğu, üretim dinamiğini yönettiği toplumlara bırakmıştı ve Müslüman tebaa ise üretim dışındaki küçük işlerle uğraşıyordu. İmparatorluğun üretim dinamiği çok farklı olduğu için Cumhuriyet döneminde sermaye de olmadığı için Türkiye çok sıkıntı çekerek ayakta durmayı başarmıştır. Sıkıntı çektik, çünkü çok farklı bir üretim dinamiğinden çok farklı bir aşamaya geçtik ülke olarak.  
Türkiye toplumu önemli bir sözlü gelenekten gelmiştir. Bu sözlü geleneğimiz, törelerimizi kaybetmemek ve siz gençlerin sahip çıkıp onu geleceğe taşıması çok önemlidir. Aksi takdirde, ‘1923’te 10 milyon cahil, yoksul bir nüfus vardı’ diyen, üstelik profesör olan bir zat gibi olursunuz. Bana göre, ancak ve ancak bunu söylemek cahillik olur. Hiçbir imparatorluk, beyaz kitap değildir, biz de beyaz kitap değildik, ama dünya milletleri içinde ortalamanın çok üstündeyiz, bunu büyük bir içtenlikle söylüyorum. Türkiye’yi uluslararası düzeyde temsil edecek nitelikte yöneticileri ilk olarak, bize kazandıran ve zamanında beni de Türkiye’ye davet eden rahmetli sayın Turgut Özal’dır. O zamanlar Devlet İstatistik Enstitüsü olarak önemli işler başardık naçizane. 
Bir ülkenin kalkınması için eğitim çok önemlidir, fakat ondan daha önemli olan şey; 0-6, hatta nörologların dediği üzere 0-3 yaş arasında oluşan ‘kişilik’tir. Zihin ile iman beraber birbirini tamamlar. Bunun farkında olarak özümüzü, kimliğimizi kaybetmeden dünya düzeninde yolumuza devam etmeli, dünyanın neresinde olursak olalım vatanımızı unutmamalıyız. Yani, yurt dışında çalışmanız, yaşamanız önemli değil; Türkiye’de sürekli bulunmasanız dahi, arada bir bile olsa ülkenize uğramalı, hatta gelişen teknolojiden faydalanarak video konferans yoluyla bile dersler vermeyi ihmal etmemelisiniz. Çok önemli bir çalışma/araştırma için yurt dışında, gittiğiniz yerde kalın tabii ki, fakat tek şartla: vatanınızı unutmayın. Türkiye’nin dünya çapında çalışacak kişilere ihtiyacı var. Bu nedenle Oxford’larda, Harvard’larda okumak abartılacak öneme sahip değil, önemli olan kişiliğinizi kaybetmemeniz, geleneğinize sahip çıkmanızdır, yoksa ortada kalırsınız. Eminim ki siz gençler, daha soylu ve müreffeh bir Türkiye oluşturacaksınız. Dünya, çok büyük bir hızla değişecek. Hızla değişen ve hızla daha da değişecek olan dünya düzeninde yeni bilimlerin gerisinde kalmamalı; bilgi sistemleri, stratejileri ve özellikle nanoteknoloji alanında çağı yakalamalısınız, yoksa dünyanın çok gerisinde kalırsınız. Biz sanayi devrimini algılayamadığımız için bir imparatorluk kaybettik. Bu kez de aynı hataya düşmemeli, nano-bilimi zamanında çok iyi algılayıp değerlendirmeliyiz, yoksa çok şey kaybederiz. Nano-bilim, çok büyük bir devrimdir. Bu ülkenin evladı olmak çok zordur. Türkiye’yi yönetmek zordur, o nedenle çok çalışmalı, bilgilenmeli, dünyayı iyi algılamalı, dünya dinamiklerini iyi bilmeliyiz ve zekamızı, bilgimizi ülkemizin hizmetinde harcamalıyız. Dünyayı bilmeden Türkiye’yi dünya ülkeleri içinde yüksek seviyelere ulaştıramayız. Dünyadaki boşluk alanlarını zekamızla, bilgimizle yakalayıp vatanımıza hizmet edebiliriz.”
Son olarak, bilgi tahribatından bahseden Prof. Dr. Güvenen, akademisyenleri günümüzde yaşanan bilimsel bilginin tahribatı konusunda uyararak, dürüst araştırma/çalışma yapmanın, namuslu bilimin önemine dikkati çekti: “Bugün dünyada yaşanan bilgi tahribatı korkunçtur. Bilgi kirliliği çevre kirliliğini geçti. Bilginin kendisinde bir tahribat söz konusu. Hakem heyetlerinden geçmiş bilimsel bilginin de bir kısmı hatalı bir kısmı doğrudur. Bilimsel bilgide iki türlü hata vardır: Birinde bilim adamı, dürüst bir bilimsel çalışma yapmıştır, fakat hata yapmıştır; bu hatayı deneylerini yineleyerek düzeltir. İkincisinde ve kötü olan ise, bilinçli olarak yapılan hatadır. Bilgiyi neden tahrip ediyorlar, çünkü güçlü olmak istiyorlar. Tüm dünyaya ‘en iyi benim’ demek istiyorlar. Dünyayı güç ve paranın gücü yönlendirir. Maalesef böyle bir dünyada yaşıyoruz. Bilgi çok önemli bir olgu, fakat onun tahrip edilmesi korkunç bir şeydir, özellikle dünyada son yüzyılda olan savaşlarda bunu gördük. O nedenle düşünün, bilgiyi sorgulayın: Bilim; şüphecilik değil, sorgulamaktır. Bilgi nereden gelirse gelsin düşünün, sorgulayın ve o bilgiyi sürekli güncelleyin.”
“En iyi hoca insanın kendisidir” diyerek, iyi hoca olmanın inceliklerine de yer verdiği konuşmasında Güvenen, son olarak şunları söyledi: “Hoca olmak, sadece sınıfta ders anlatmak değildir. Asıl hocalık; öğrenciyi tanımaya anlamaya çalışmak, onları keşfetmektir. İnsandaki hassasiyetleri bulmamız gerekir. Öğrencilerimizle diyalog içinde olmalı, onları tek tek anlamaya tanımaya çalışmamız gerekiyor. Bazen bir cümle size yıllar kazandırabilir.”