Hani inancımızda da vardır ya. Sanki sorgu meleklerine insanın kendi iradesiyle cevap veremeyip elinin, ayağının ya da gözünün konuşması gibi… Yani sanal ortama kaydolanlar adeta bu durumun provası gibi.

Siyasetçi bugün ne söylerse söylesin, geçmişe düşülen kayıtlar siyasetçinin iradesini aşan bir zeminde kendisiyle ilgili her şeyi ortalığa tekrardan serebiliyor. Hem de bu kayıtlar hiçbir duygu ya da güncelleme barındırmadığı için olanı olduğu gibi orta yere bırakıyor.

Bu kayıtların sahipleri elbette bugün çok pişkince davranarak ya yok sayıyorlar ya da inkâr edebiliyorlar. “Siyaseten yalan” diye bir gerçek, birilerinin terminolojisinde var olduğu sürece de gerçek bir karşılık görmeleri çok mümkün olmuyor.

Duyguların aklın önüne geçtiği bir zeminde, bazıları için gerçek bir sorgulama da yok maalesef. Ama biz yine de duygularından arınmış zihinlere bu gerçek itirafçıyı konuşturmaya devam edeceğiz. Şükür ki bu gerçek itirafçı -interaktif hafıza- ülkenin kahir ekseriyeti tarafından hâlâ ciddiye alınıyor.

Muharrem İnce: “Herkesin cumhurbaşkanı olacağım” diyor. Kılıçdaroğlu ne diyordu: “Erdoğan benim cumhurbaşkanım değil.” Eğer Kılıçdaroğlu’nun zihniyetinden bakacak olursak, İnce’nin en çok sığındığı bu “slogan” en sorunlu slogan haline gelir.

Yüzde ellinin üstünde teveccüh gören bir cumhurbaşkanı senin cumhurbaşkanın olamıyorsa, yüzde yirmi beş ile sen nasıl “herkesin cumhurbaşkanı” olacaksın?

Üstelik “arkasındayım” diyerek savunduğun, kadını bir “cinsel obje”ye dönüştüren, sadece kalite yönünden değil, ahlak yönünden de zaaflı “şiircik”lerin de bugün itirafçı…

Tam yazımı yazmaya çalıştığım anda telefonuma düşen -doğruysa- ve bir buçuk dakika boyunca bir polis memuruna küfür saydıran o kayıtlar da itirafçı… Her ne kadar hukuki delil olamasa da, bireysel vicdanlara yönelen bir boyutu var elbette.   

Bak işte geçmiş böyle bir şey… İnsanın ayağına nasıl da dolanıyor… Evet, şu denilse bir nebze anlaşılabilir; “Gençlik zamanlarımıza ait karalamalar işte.” O zaman biz de “bir insanı geçmişiyle yargılamak olmaz” der ve konuyu kapatabilirdik.

Oysa yaşananlar ve söylenenler, arkasında durulduğu sürece anlamını bugüne hatta yarına da devrederler.

Bir devletin cumhurbaşkanı olmaya aday iseniz geçmişinizle iyi hesaplaşmanız lazım. Toplumsal kamuoyundan talep edeceğiniz şey, “Bunları görmeyin” olacaksa, o şimdiden olmayacak demektir.

Zira böyle bir talep zaten sizin de uymadığınız bir düsturu karşı tarafa önermeniz anlamına gelir. Yani, “Ben senin geçmişini kurcalayayım ama sen benim geçmişimi görme” demek, ne kadar adildir?

İşte en başa dönecek ve sonuca bağlayacak olursak hakikat şudur: Bizim irademizle ya da irademiz dışında yapılan bu kayıtlar, bizim irademizin üzerine çıkarak kontrolümüz dışında birer itirafçıya dönüşüyorlar.

Üzerinde oynama yapılmış, manipüle edilmiş kayıtlar ise önünde sonunda hakikatin kendisine yeniliyorlar. Ne vicdanlarda yer bulabiliyorlar ne de muhatabının üstüne uyuyorlar… Durum eğer buysa yani abdestinizden şüpheniz yoksa namaza dair de şüpheniz olmasın…

Milletin “vicdan mahkemesi” en güzel yargılamayı yapacaktır 24 Haziran’da…  

Hakikat her zaman hakikat, yalan ve iftira da her zaman yalandır yani…