Kızıl Keçili Köyünde ki derenin kenarında bulunan 850 yıllık ulu çınarın altındaki bahçede arkadaşımla çay içtikten sonra, ne düşüncelere geçmişe daldım?!Yıllar geçmiş, nice çocuklar bu ağacın altında oyunlar oynamışlar, nice insanlar gelip geçmiş. Evet, bu ağaç hepsine şahit olmuş. Kimime sığınak, kimine kol kanat olmuş, dert ortağı olmuş ve hep var olmuş, işte yine var olmaya devam ediyor…
 Hayatım boyunca hep şunu hayal ettim, Bayburt’tan göçtüğümüzde de bunu aradım:Bahçemizde yetişmiş meyve ağaçları ve ulu ağaçların bulunduğu, ailemizin ihtiyacını karşılayan bir evim olsun. Ve bahçemde asırlık çınarlar, meşe ağaçları çamlar ve değişik mevsimlerde meyve veren ağaçlar ve değişik çiçeklerle süslü bir bahçem. Yerler yeşil çim olmalı. Evimizin önü beton, asfalt değil, sadece çim olmalı. Komşularımızın bahçelerinde de hep benim hayal ettiğime benzer evler olmalı.Evlerimizi birbirinden ayıran bahçe duvarları olmamalı, duvar yerine yeşillik çayır çimen olmalı. Evlerimiz, bizlerededelerimizden, babalarımızdan devredilerek gelmeli ve iki kuşak üç kuşak aile yadigârıolmalı. Köyümüzü, mahallemizi, kasabamızı sürekli mamur etmeye çalışılmalı. Komşulardan herkes birbirine gülümsemeyle, tebessümle bakmalı, selamlaşmalı. Çocuklarımızın eğitim almak için gittiği okullarda böyle ağaçlar içinde, çocukların koşup oynayacakları geniş çayırları, açık ve kapalı spor tesisleri olanokullarda eğitim almalılar. Okullarda çirkin beton yâda asfalt bahçeler olmamalı, okul bahçeleri çim olmalı. Çocuklarımızın okulu, öğrencileri yeteneklerine göre yetiştireceği, dershaneleri olan okul olmalı.
Hepimizin bu tür hayallere kapıldığı olmuştur öyle değil mi? Hadi birlikte böyle bir hayal dünyasına dalalım. Sefer tası gibi üst üste dizilmiş, bahçesiz, otoparksız evler değil. Çok güzel bahçeler içinde bir mahalle… Siz kendiniz için bir ev hayal edin, çok güzel bir ev. İki katlı bir villa olabilir mesela, lüks bana göre değil derseniz, bahçesi olan belkide küçük ama şirin bir ev olabilir. Bahçesinde bir çınar ağacı olduğunu düşünün, ya da koca bir ceviz ağacı, ya da ne bileyim bir dut ağacı. Masmavi gökyüzü, uzaklardan gelen deniz kokusu, içinizi ısıtan güneş ve ormanlarla süslü dağlardan rüzgârın o ferahlatıcı serinliği, Kaz dağlarından size esen kekik kokuları. Evinizde sevdiklerinizle kalıyorsunuz. Bahçenizdeki ağacının altında kurulu masada yemeğinizi yerken elinizdeki müzik aletiyle ona aşk şarkıları söylüyorsunuz.Ya da müzik çalardan bir müzik de olabilir: Rüyalarım Olmasa şarkısı!
Ne hayal,ama biri beni uyandırsın! Şuan etrafıma bakıyorumda, çevrenize bir bakın, sahip olduğumuz koca bir hiç… Ben bunları hayal ederken, sadece rüyalarımda sahip oldum, meğerse bunlara rüyalarda saklıymış, benim doyamadığım rüyalarımda saklıymış…
Eylül ayı körfez bölgesini en güzel anlatan aydır. Yazdan kalan sıcaklık, serin ama yüzünüzü okşarcasına esen rüzgârlar sarar bizleri. Güneşli bir güne merhaba demişken, gri bulutların kararttığı gökyüzünden alnınıza düşen yağmur tanelerine şaşırırsınız. “Kırkikindi yağmurudur” Küçük yağmur taneleri geçici olabileceği gibi, Kaz Dağlarının yükseklerinden başlayıp Ege Denizine birleşen derelerde dere yataklarını taşırıp bazen sele dönüşebilir. Deniz durgun ve dingin tüm maviliğiyle beni kendine çeker. Yüzmek için mükemmel bir gün olduğunu düşünürsünüz ve yüzmek için can atarsınız…
Sıkılınca, daralınca, gözlerini kapatıp içinde hayale daldığı, herkesin bir düşü vardır, ne güzeldir o düşler. Mesela ben, bazen anlıma yağmur damlaları çarparken, ıslık çalarım, türkü söylerim, ya da fonda bir müzik dinlerim.  Arkadaşım, dönüş yolunda güzel hayallere daldı ki,neşesinden arabada şarkı mırıldanmaya başladı. Çok güzel bir şarkıydı. Şarkı: Umut Akyürek.  Makam: Kûrdilihicazkâr. Beste: Zekayi Tuncay.
Yıldızlara baktırdım fallarda çıkmıyorsun. 
Seni görmem imkânsızimkânsızimkânsızrüyalarım olmasa
Pencereden bakmıyor yollara çıkmıyorsun 
Seni görmem imkânsızimkânsızimkânsız rüyalarım olmasa
Yalvarırım mektup yaz beş dakika ayırda,
Su serp yanan bağrıma sağlığını duyurda
Yaban gülü gibisin dağda kırda bayırda 
Seni dermem imkânsızimkânsızimkânsız rüyalarım olmasa 
Seviyor özlüyorum seni can bahasına
Bir fırsat ver ne olursun ne olursun ne olursun beni bir daha sına 
Bu aşkı söyleyemem senden bir başkasına 
Seni sormam imkânsızimkânsızimkânsız rüyalarım olmasa 
Yalvarırım mektup yaz beş dakika ayırda, 
Su serp yanan bağrıma sağlığını duyurda
Yaban gülü gibisin dağda kırda bayırda 
Seni dermem imkânsız imkânsızimkânsız rüyalarım olmasa
                            Dünyada Öyle Yer Var mı?
Bayburtlunun biri hacca gitmiş, farz olan ibadetini yerine getirirken hastalanmış. Bir sahra çadırının içinde tedaviye almışlar. Bütün kontrolleri yapılmış ve çadırda istirahat etsin diye yatırmışlar. Birkaç gün böyle yattıktan sonra, Bayburtlu çocuklarını, memleketini özlemiş, kendi kendine ah oh çekip duruyormuş. Yine böyle söylenirken demiş ki, 
-Aaaah! Ah! Benim memleketim, ne güzeldir! Şimdi orda olmak vardı! Şöyle deniz kenarında sahilde olmak! Çınarların altında bir kafeteryada oturmak vardı. Kavakların, söğütlerin yapraklarının hışırtısı! Kuşların dallarda ötüşü, Kızılkeçili deresi suyunun şırıltısı! Hele bir de kıtlama demli bir çay olsa! Oh be! Değme gitsin!
Bunu duyan, bir Arap hacı doktor bu söylenenlere inanmaz: “Sus sus” der. “Senin o söylediklerin, özlemini çektiğin yerler cennette değil mi? Dünyada öyle yer var mı ki?”  (*)NOT: Fıkra Bayburt Fıkraları Kitabından.