Sâlih amellerin karşılığının fazlası ile verildiği en şerefli ay olan Ramadân ayını da uğurladık. Allâh’ın bereketli kıldığı bu ayın fazîleti çoktur.
         Peygamber Efendimiz, Ramadân ayının fazîleti ve Ramadân ayında oruç tutmanın fazîleti hakkında İmâm Buhârî’nin rivâyet ettiği Hadîs-i Şerîf’lerinde meâlen şöyle bu-yurmuştur: “Kim îmânlı olarak ve Allâh’ın rızâsını arzulayarak Ramadân ayını oruçlu geçirirse, geçmiş (küçük) günâhları affedilir.”
         Ayların en hayırlısı olan bu ayda oruç tutanların Âhiretteki hallerini ise Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Hadîs-i Şerîf’lerinde meâlen şöyle bildirmiştir: “Cennet’te bir kapı vardır ki ona Reyyân denilir. Kıyâmet Günü’nde oradan oruçlulardan başka kimse giremez. Oruçlular nerededir diye nidâ edildiğinde (seslenildiğinde), oruçlular kalkıp oradan girerler, sonra kapı kapanır, onlardan başka kimse giremez.”
         Anlaşılıyor ki; gerçek îmân sâhipleri rukûnlarını yerine getirerek Allâh rızâsı için tutmuş oldukları oruçlarının karşılı-ğında Allâh’ın lutfu ile büyük mükâfat kazanırlar. Allâh’ın be-reketli kıldığı bu ayda Ramadân orucu hâricinde yapılan diğer sâlih ameller de karşılığını kat kat bulur.
         Allâh-u Teâlâ kulları için vesîleler yaratmıştır. Ramadân ayını uğurladık; ancak peşinden gelen Şevvâl ayı da bizler için hayır ve kazanç ayıdır. Zîra peygamber Efendimiz meâlen şöyle buyurmuştur: “Kim Ramadân orucunu tutar ve Şevvâl’den de altı gün daha eklerse, bütün seneyi oruç tutmuş gibi olur”. Yâni bütün seneyi oruçlu geçirenin sevâbına benzer sevâb alır. İç bu-rukluğu ile vedâ ettiğimiz Ramadân ayından sonra bize bahşedilen bu mübârek Şevvâl ayının altı gün orucunun sevâbını hânemize yazdırmayı Allâh bizlere nasîb etsin.
         Önceki yazılarımızda da sürekli olarak ifâde etmeye çalış-tığımız gibi sâlih amellerin kabul olmasının şartları vardır. Kul öncelikle geçerli îmân sâhibi olmalıdır ve yapacağı amelinin farzlarını bilmelidir. Bunun için de farz-ı ayn ilmi mutlaka öğ-renmelidir.
Ancak günümüzde ehil insanları bulmak güç. Bu yazıyı hazırladığım sırada bir arkadaşım yanıma geldi. Arkadaşımın, Cumâ namâzını edâ etmek için girdiği câmide şâhit olduğu hâdi-se çok vahim. Şöyle ki; cemâate vaaz eden hoca kürsüden, elinde bulunan Kurân-ı Kerîm-i cemaate doğru sallayarak şu ifâdeyi sarfediyor: “Bu Kur’ân-ı okumayı bilmeyen Müslüman değil-dir.” Bu söz kişiyi dinden çıkarır. Hemen Peygamberimizin şu meâldeki Hadîs-i Şerîf’ini hatırlıyoruz; “Kul bâzen öyle bir söz (küfür bir söz) söyler ki, onda bir sakınca görmez; oysa bu söz-den dolayı, doğu ile batı arasındaki mesâfeden daha uzak mesâfede olan Cehennemin derinliğine düşer.”  Bu sebepledir ki bizler sürekli ilmin peşinde bir avcı gibi olmak zorundayız. Aksi halde bu tür büyük hatâlara hepimiz düşebiliriz.
          Allâh Subhâneh-u ve Teâlâ sizleri, bizleri harâma ve küfre düşmekten korusun. Rabbim bizlere bayramı ve Cennet’i nasîb etsin.