Benim memleketimde Kürt Musdov hoca denilen âlim bir zat varmış. Medresesinde ders verir, memlekette onun hatırı sayılır, önü geçilmezmiş.

Memleketim insanları arasında ayrılık olmaz, her kez aynı dertle dertlenir, aynı neşe ile neşelenirdi.
Bizim mahallede Hanönü Camii denilen bir cami var. 
Köyünden İskilip’e gelen Kürt kökenli bir hemşerimiz diyor ki” Ben masrafını karşılayacağım. Şuraya bir cami yaptıralım.” Onun bu talebine olur diyorlar.
Şehrin eşrafından birine altınları teslim ediyor.” Siz cami inşaatının başında durun. Sizin öncülüğünüzde bu cami yapılsın.” Diyor.
Cami inşaatına başlanılıyor ve kısa sürede tamamlanarak ibadete açılıyor.
Camiyi yaptıran insanın köyüne haber gönderiyorlar “ Cami inşaatı tamamlandı. Hizmete açıldı. Gelip yaptırdığın camini gör.”
Camiyi yaptıran Kürt hemşerimiz haberi alınca atına biniyor, İskilip’e geliyor. İskilip’te şehre girmeden Hindoğlu yokuşu diye bir yokuş vardır. Bu yokuşa gelince atını köyüne doğru geri çeviriyor. Diyor ki “ Ben bu camiyi Allah rızası için yaptırdım. Camiyi gidip görürsem nefsime büyüklenme gelebilir. Allah rızası için yaptığım hayrım boşa gider.” Camiyi gelip görmüyor bile.
İnsanlarımız böyle yüce duygular ile yaşamış, birlikte olmuş, kız alıp vermiş, okul müdürlerimiz, kaymakamlarımız, doktorlarımız, hâkimlerimiz olmuş, etle tırnak olmuş iki toplumu birbirinden ayırmak, hasım yapmak mümkün değildi.
Lise yıllarında arkadaş gurubumuzda, üç tane Kürt kökenli arkadaşımız vardı. Bunlar sınıflarının da en başarılı talebeleri idi. Herkes onlara kıvanç ile bakardı. 
Kendileri talebe evlerinde kalır, zor şartlarda öğretimlerini sürdürürlerdi. Biz kazadan olduğumuz için,  şükredeceğimiz kadar kaynayan çorbamız olurdu. Bazen bizim ve diğer arkadaşların evlerine gider, Allah ne verdi ise birlikte oturur yerdik.
Bu arkadaşımızdan birisi İstanbul siyasal bilgiler fakültesini kazandı. Burayı bitirince önce bir bankanın müdürü, sonra da müfettişi oldu. Kendisi ile 20 yıldır karşılaşmamıştım.
Otobüs ile İskilip’e giderken, yan taraftaki koltukta oturan biri bana dönerek ismimi sordu. Söylediğimde kendisini tanıyıp tanımadığımı sordu. Hatırlayamadığımı söyleyince ismini söyledi. İsmini duyunca kendisini hemen hatırladım. Hemen kucaklaşıp yan yana oturduk.
Konuşurken hiç alakasızca bana “ biz hemen Kürt devleti kurulsun demiyoruz. Bu zamanla gerçekleşecek” demez mi! Şaşırdım kaldım. Konuştuğumuz konular genel konulardı.  Kürtçülük konusuna hiç değinmemiştik. Ben de kendisine “ Talebelikte yıllarca birlikte olduk. Ben ve arkadaşlarımdan hiç birisi sana sen Kürtsün diye seni ayırdı mı? Sadece kıt imkânlarımızı, ekmeğimizi paylaşmadık mı? “ dedim. 
Bana cevaben “ hayır bizi ayırmadınız, ekmeğinizi bizimle paylaştınız. “ dedi.
“Peki, sendeki bu değişiklik nerden geliyor “diye sordum. Cevap yok. 
Onlarla kardeş gibi olmuştuk. Hatta o zamanın şartlarında, solculara karşı birlikte fikir mücadelesi yürütmüştük.
Bu arkadaş Üniversitede kendisine tabanca çeken solcu bir Kürdün elinden tabancasını aldığını, kendisini bunlarla korkutamayacaklarını söylediğini anlatmıştı. Nerden nereye.
Şimdi ise Kürtçülük adına dağa çıkıp askerimize kurşun sıkıyor, ülkemize karşı adı konulmamış harp ilan ediyorlar. Partileri’de sokakta eylem yapıyor. Yenilir yutulur şeyler değil bu olanlar.
Bu ülkede darbeler yaptılar. Piyon olarak kullandıkları gencecik insanlardan sağcısını, solcusunu Mamak ceza evinde, Kürdünü Diyarbakır ceza evinde işkenceye tabi tuttular. Hem de ne işkenceler. Savaşta düşmanı esir alsalardı, o esirlere bu ülkenin insanına yapılan işkenceyi yapamazlardı. Guantalama ceza evi bu ceza evlerinden farklı mıydı bilmiyorum.
Bir coğrafya düşünün ki, orası “Yahudilerin vaat edilmiş topraklar dedikleri “ yer.
Bir coğrafya düşünün ki, orası “süper devletlerin petrol rezervi olarak ilan ettikleri alan.”
Bir coğrafya düşününki orası, bütün gizli servislerin cirit attıkları alan. Bütün servisler ayrı bir hesap peşinde.
Bu coğrafyada Kürt devleti kurmak istiyorlar. 1000 yıldır birlikte yaşamış kardeş iki milleti düşman etmeye çalışıyorlar.
Bu talep yeni değil. Yüz yıllar öncesinden başlatılmış.
Yıllarca evvelinden Kürtlere demişler ki “ Sizin nüfusunuzu artırmanız lazım.”
Bakıyorsun evlerinde yiyecek ekmekleri yok. Ama kadroyu tamamlamışlar. Babaların iki üç evlilikten 10 – 12 çocuğu olmuş.
Anadolu insanı iki çocuğuna iş bulamıyor. Peki, aç insan 12 çocuğa nasıl iş bulup, nasıl karnını doyuracak?
Tabi buralarda elektrik parası yok, su parası yok, devlete vergi verilmez. Bu devlete TC denilir. Bizim devletimiz bile demiyorlar. Ondan sonra her şey devletten bekleniyor. “Devletin işi ne. Devlet gelsin yapsın.” Diyorlar.
Devlete iş yapan müteahhitlerin % 80 doğu kökenli. 
Bu müteahhitlerce devlete yapılan inşaatlar ne durumda?
Depremlerde ilk yıkılan binalar, kamuya ait binalar olduğu ortada. Toprağa gömülen milli servetimiz ortada. 
Anadolu insanının tüyü bitmemiş yetimin hakkı var dediği bu milli servet, haksızlıkla bazıları tarafından el konulur çalınmakta. 
Haksızlıkla elde edilen servet kimseye yaramayacaktır. İki yakaları bir araya gelmeyecektir.
Bu memlekette:
Haksızlık, adaletsizlik, düzensizlik yok mu?
Birileri darbeler ile bankaların içini boşaltmadılar mı?
İnsanlarımıza ikinci sınıf insan gözü ile bakılmadı mı?
Oylarının bile hükmü olmadığı söylenmedi mi?
Bunların hepsi oldu. Bu ülkenin tüm insanı bu sıkıntıları yaşadı.
Haksızlıklara hep birlikte karşı çıkalım. Haklarımızı kanuni yollardan arayalım.
Ama şehirde mafya, uyuşturucu kaçakçısı, silah kaçakçısı, beyaz kadın ticareti ile uğraşıp dağda eşkıya olmayalım. 
Benim askerime kurşun sıkıp, benim ekmeğime ortak olan benim insanım olamaz.
O kurşunu sıktıran kim, o talimatı veren kim. Ne yapılmak isteniyor?
Kürdü Eliza sarayında ağırlayanlar, Kürdü çok sevdiği için mi ağırladı?
Tarih ten hiç ders alınmayacak mı? Dün molla Barzani’yi niye kendi başına bırakıp gittiler?
Saddam’dan kaçan Peşmergelere Eliza sarayı ve diğer Avrupa ülkeleri niye el uzatmadılar? Gıda yardımı diye onlara bozulmuş köpek maması göndermediler mi?
Peşmergelere yine benim milletim sahip çıkmadı mı?
Ama o Peşmergeler; yurdumuza PKK’ya silah ve cephane getirdiler. PKK ya yardımcı oldular.
Tabi besle kargayı oysun gözünü. 
Ergenekon teşkilatlanması, yurdumuzda siyasi Kürtçülük harekâtına ön ayak olmadı mı?
Her insan kendi dilini rahatça konuşabilmeli. Şarkısını söyleyip gülüp eğlenebilmeli. 
Ama bu talepler bölücülüğü neden olmamalı.
Federasyon istiyoruz, kendi dilimizde eğitim istiyoruz, kendi korumamızı kendi güvenlik güçlerimiz sağlasın gibi taleplere neden olmamalı.
Milletimizin bir deyimi var: “ Oynarken çulunu yırtma” derler. 
Gün birlik zamanıdır. Düşman oyununa gelmeme zamanıdır. Yan yana durma zamanıdır
1000 yıllık bir birlikteliği bozmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.