Her şeyin Rabb’i olan, hiçbir şeye benzemeyen, bütün noksanlıklardan münezzeh olan, yönlerden ve mekânlarda bulunmaktan münezzeh olan Allâh Subhânehû ve Teâlâ’ya hamd olsun. Âlemlere rahmet olarak gönderilen, yaratılmışların en şereflisi ve en fazîletlisi Efendimiz Muhammed’e, ailesine, ashâbına ve bütün Mü’minlere salât ve selâm olsun.
         Kıymetli Müslümanlar! Allâh-u Teâlâ’nın bereketli kıldığı ayların birincisi olan Receb ayında bulunmaktayız. İçinde çok kıymetli iki geceyi (kandili) de barındıran bu mübârek ayda yapılan hayırlı ameller, karşılığını kat, kat bulacaktır. Receb ayı; kulun ibâdet, duâ ve tövbe ile Allâh’ın rızasını kazanma aylarındandır. Özellikle de Regâib Gecesi, Allâh’ın kullarını bağışladığı ve çokça ihsanda bulunduğu müstesnâ gecelerdendir.
         Receb ayının yirmi yedinci gecesi gerçekleştiği kabul edilen İsra’ ve Mi’râc hâdisesi de, Peygamberimizin mucizelerinden olup beden ve rûh ile gerçekleşmiştir. İz’ânı kıt müşriklerin bir türlü kabul edemeyip, Peygamberimize iftira ve hakaretlerde bulundukları bu harikulâde olayın oluş şekli ile alâkalı, çokça bâtıl anlatımlar yapılmaktadır. İlimsizlerin, mücessim (Allâh’a cisim ve onların sıfatlarını yakıştıranlar) ve müşebbihlerin (Allâh’ı yaratılmışlara benzetenler) bu bâtıl inanışlarından korunmak için ilimli olmak, Ehl-i Sünnet’in yolunu bilmek gerek.
         İsra’, Kurân’da açık âyet ile sâbit olup, inkârı kişiyi İslâm’dan çıkarır. İsra’ yolculuğunda da olağanüstü hâdiseler olmuştur ve Ehl-i Sünnet âlimlerinin ittifakı ile bu olay hem ruh, hem de bedenle gerçekleşmiştir. Ancak mallesef günümüzde Mi’râc ve Mi’râc’da yaşananlar hakkında Allâh’ın sıfatlarına aykırı ve Müslümân’ı İslâm’dan çıkaran sözler sarf edilmektedir. Şimdi bunları açıklamaya çalışacağız.
         Mi’râc; yükselmek demektir. Peygamber Efendimiz Cebrâîl Aleyhisselâm’ın getirdiği, Burak isimli binekle semâlara ve Sidretu’l Müntehâ’ya kadar yükselmiştir. Allâh’ın dilemesi ile, Peygamberimizin şânının daha da yükseltilmesi ve başka hiçbir kula nasib olmamış ve olmayacak olan bu yolculukta Peygamberimiz, her bir semâda Peygamberlerle görüştü ve Allâh’ın yarattığı bazı varlıkları gördü.
         Bu yazımızda sadece Mi’râc hâdisesinde, bazılarının bâtıl olarak anlattıkları kısmı, doğru ve anlaşılması gerektiği gibi aktarmaya çalışacağız.
         Âyet’te de meâlen bildirildiği gibi; “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescîd-i Harâm'dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescîd-i Aksâ'ya götüren Allâh, noksan sıfatlardan münezzehtir.”
Âyet açık bir şekilde gösteriyor ki, Peygamber Efendimiz; Allâh-u Teâlâ’nın dilediği şeyleri görmesi ve şerefinin daha da artırılması için Mi’râcı yaşamıştır. Yoksa bazılarının iddiâ ettikleri gibi; Allâh ile buluşmaya veyâ Allâh’ın huzuruna gitmiş değildir. Hak ehli müfessirler, En-Necm Sûresi’nin 8-9-10. Âyetlerini şöyle açıklamışlardır; “Sonra (Cebrâil, Peygamberimiz Muhammed’e) yaklaştı ve sarktı. Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha da yakınlaştı. Böylece (Allah'ın) vahyettiği şeyi kuluna vahyetti.”
Yine açıkça görülüyor ki yaklaşma fiili Cebrâîl Aleyhisselâm’a aittir ve kendisine yaklaşılan da Peygamber Efendimizdir. Allâh’ın sıfatlarından habersiz bazı cahillerin dediği gibi; “Peygamber Efendimiz Allâh’a iki yay mesafesi, hatta daha da yakınlaştı” diye itikâd edilmez. Buradaki yakınlaşmanın manevî yakınlık olduğunu iddiâ edenlere de deriz ki; Âyet’te de bildirildiği gibi “iki yay mesafesi kalacak kadar, hatta daha da yakın oldu” ifadesi mânevî yaklaşmayı ifâde etmez, bilakis fiilî bir yaklaşmayı ifâde ettiği açıktır. Böyle bir yaklaşma ise ancak iki yaratılmış arasında gerçekleşebilir. Çünkü unutulmamalıdır ki Allâh-u Teâlâ cisim değildir, yaratılmış değildir ve onların vasıfları ile vasıflandırılamaz. Mekân ne kadar ulvî olursa olsun, Allâh mekânda bulunmaktan münezzehtir. Bir mekânda olmayana ise fiilî bir yaklaşmadan bahsedilemez. Bir mekânı işgal eden, kesinlikle ve kesinlikle yaratılmıştır ve o mekâna muhtâctır. Muhtâc olan ise aslâ ilâh olamaz.
         O halde bizler Mi’râc hâdisesine, Ehl-i Sünnet âlimlerinin ve hak ehli müfessirlerin aktardığı ve de Allâh’ın şânına lâyık olan şekilde îmân ederiz ve deriz ki; Peygamber Efendimiz Allâh-u Teâlâ’nın kendisine nasîb ettiği Mî’râc yolculuğunda kısaca; Allâh’ın bazı Âyetlerine şâhit olmuş, yedi kat olan semâlarda Peygamberlerle görüşmüş, Cennet’e girmiş, Cehennem’i görmüş, Sidre ağacını görmüş, Cebrâil Aleyhisselâm’ı aslî sûreti (görünüşü) ile görmüş, Allâh’ın ezelî ve ebedî olan, ses, harf ve lügat ile olmayan ve yaratılmışların kelâmına benzemeyen Kelâm’ından beş vakit namaz emrini anlamış ve Allâh’ın zâtını şekilsiz, yönsüz, mekânsız ve hiçbir şeye benzetmeden kalbi ile görmüştür.
Allâh’ım! Bizlere farz-ı ayn ilmi nasîb et, ilmimizi artır, günâhlardan ve küfürden bizleri koru. Âmîn!