Tarihçi-yazar hemşehrimiz Taceddin Kayaoğlu, Bayburt’un düşman işgalinden kurtuluşunun 95. Yıldönümü dolayısıyla "Kavramların Berzahından Anlamın Aydınlığına: Kuruluş Ve Kurtuluş" konulu bir konferans verdi. Kayaoğlu, kurtuluş kelimesinin esareti çağrıştırdığına değinerek kuruluş fikrinin yeniden inşa edilmesiyle yeni bir dirilişin yaşanacağını belirtti. Ermeni meselesine de değinen Kayoğlu, "Ermeni diasporasına karşı da mücadele edecek bilgi ve belge donanımına sahibiz. Fakat bizi asıl mahveden Ermeni diasporası değil Türk diasporasıdır. Bizim Ermeni diasporasından değil Türk diasporasından kurtulmamız lazım. Bu meseleden geçinen insanlar var, zümreler var. Onların elinden bu meseleyi almamız lazım. Ne ile ? Kitap çalışmasıyla, makalelerle, dergilerle, belgesellerle, filmlerle. Adamlar 2015 için 9 veya 10 filmin anlaşmasını yaptılar."dedi.

Şair Zihni Kültür Merkezi’ndeki konferans  "Bayburt’un Düşman İşgalinden Kurtuluşu" konulu slayt gösterisinin ardından başladı. Konferansa Bayburt Valisi Hasan İpek, Bayburt Milletvekili Bünyamin Özbek, Bayburt Belediye Başkanı Hacı Ali Polat, Ak Parti İl Başkanı Yusuf Elçi, Ak Parti İlçe Başkanı Mustafa Daştan, Bayburt Eğtim Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Necmettin Tozlu, bazı kamu müdürleri, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve vatandaşlar katıldı.

Bayburt Belediye Başkanı Hacı Ali Polat kısa konuşmasında solona bindirme kıtaları getirmediklerini belirterek kuruluşa ve kurtuluşa yönelik ilginin devam etmesi gerektiğini belirtti.

Ardından araştırmacı-tarihçi yazar Kayaoğlu, kuruluş ve kurtuluş ile ilgili konferansını gerçekleştirdi.

Konferans sonunda Bayburt Milletvekili Bünyamin Özbek günün anısına Kayaoğlu'na plaket takdim etti.

Kayaoğlu, konferansta şu konulara değindi:

"Hasreti kadar vuslatı da bir başka güzel memleketim, aziz insanlarım, saygıdeğer hemşehrilerim, değerli misafirler!

Bu topraklarda doğdum, bu topraklarda büyüdüm. Tahsilimi dışarıda yaptım. Ve sonra bir gün bir telefon ve önemli bir mesele üzere davet edildim.  Şimdi de huzurlarınızda bulunuyorum. Bir insan için kendi memleketine gelmesi, ilgi ve tecrübe birikimini onlarla paylaşması kadar onur verici hiçbir şey olamaz diye düşünüyorum.  Bu onuru ve şerefi bana bahşeden başta Sayın Valimiz olmak üzere Belediye Başkanımıza saygılarımı sunuyorum, teşekkürlerimi arz ediyorum.

Uzaktan, yakında bir konferansı dinleme zahmetine katılan ve buraya kadar teşrif eden siz değerli hemşehrilerime de teşekkürlerimi arz ediyorum. Olabilir, bindirilmiş kıtalar olmayabilir, ama okumanın lüks olduğu semtlerde düşünmek karaborsadır. Dolayısıyla bu günlerde geçecek ve gerçekten buraların lebaleb dolmasıyla birlikte hakikati anlayan, kavrayan ve bu hususta eskilerin ifadesiyle hırz u can eden –eskilerin ifadesiyle- insanlarla beraber bir fikri alışverişin de olacağına ümit ediyorum.

Tabii üniversiteye gireli 22 sene olmuş. 22 senedir ilk defa bir davet vuku buluyor Sayın Valim. Ben nasıl gelmek ki? Bütün programlarımı erteledim ve Bayburt’a gelmeyi arzu ettim Sayın Başkanıma bir kere daha teşekkürlerimi arz ediyorum.

KELİME VE KAVRAMLARIN AYDINLATILMASI GEREKİYOR.

Konu kurtuluş; fakat bazı meseleleri teorik temellere oturtmadan konuşmanın beyhude olduğu kanaatindeyim. O ki kavramlar üzerinden gideceğiz. Kelimeler üzerinden gideceğiz. Ben şunu anlatmak istiyorum size diyecem. Bir Ermeni Meselesi’ni anlatmak, hikâye etmekten daha ziyade ‘kuruluş’ nedir ve ‘ kurtuluş’ nedir? Bunların üzerinde durayım.  Çünkü Çin atasözünü de biliyorsunuz. İnsan acıkınca ona ne verirsiniz. Balık verirsiniz. Balık vermeyin balık tutmasını öğretin. Dolayısıyla yapılması lazım gelen şey mutlaka bu meselelerin tarihi olarak realiteler çerçevesinde anlatılması, hikâye edilmesi gerekiyor. Eyvallah. Ancak ondan önce kelime ve kavramların aydınlatılması gerekiyor. Biz bildiğimizi sandığımız şeyleri eğer bilemez isek o kavramları aydınlatamaz isek, yapacağımız her şey, her türlü faaliyet boşunadır. O açıdan eğer müsaade ederseniz, zamanım ne kadar bilmiyorum ama kısaca bir teorik temellendirme üzerinde duracam. Bazı meseleleri anlattıktan sonra, kuruluş ve kurtuluş kavramları üzerinde hassaten durduktan sonra sözü size verecem. Yazılı olarak hassaten istiyorum. Sorularınız olursa konularla alakalı bütün sorularınıza da gücüm yettiği nispette cevap vermek istiyorum. Çünkü bu mesele gündeme geldiğinde muhtemel, sorular vardır. Olacaktır. O muhtemel sorulara cevap vermek bizim işimizdir.

 İNSANI PARÇALADIĞINIZ ZAMAN İNSANI İNSAN OLMAKTAN ÇIKARIRSINIZ.

Değerli dostlar, değerli hemşehrilerim!

Kâinat bir bütündür. İnsan da bir bütündür. Dolayısıyla insan, kâinat, Allah kombinezonunu dengeli be ahenkli bir şekilde kurabilen toplumları tarihi süreç içerisinde medeniyet inşacıları olarak görürüz biz. İnsan düşüncesinin cüzlere ayrılması, taksim edilmesi doğru bir davranış değildir. Bütünün cüzlere ayrılması meselesi en küçükte en büyük manayı anlamak, tahayyül ve tasavvur etmek anlamlandırmak için yapılır. İnsanı parçaladığınız zaman siz insanı insan olmaktan çıkarırsınız. Bir bütün varlık, bir bütün insan. Bir bütün düşünce. Batıda 18. Yüzyılın sonu, hassaten 19. Yüzyılda yaptığı en önemli- dünya adına- felaket bu olmuştur: insanı parçalamak. Çok uzun bir mesele.  Tarihi bir derinliği olan tefekküre ait bir mesele olduğundan dolayı geçiyorum.

ÖNEMLİ OLAN ORTAK AKIL DEĞİL BÜTÜNE ULAŞMA YOLUNU ARAYAN AKILDIR.

İnsan zihnini oluşturan kavramlar adeta kâinat gibi iç içe bir düzeni ifade eder. Zahiren bu düzen içerisinde baktığımız zaman kelimeler, kavramlar birbiri ile çapraşık, çelişkili imiş gibi gözükebilir. Ancak, müstakim bir akıl, ilim, irade ve tecrübenin hakkını vermek suretiyle salim bir akla ulaşabilir. Parçaları birleştirebilir. Son dönem itibariyle kullanılan Hint felsefesi menşeli ama özelikle batı kapitalist düşüncesinde var olan bir kavram da söz konusu.  Onu açıklamak istiyorum müsaadenizle. ORTAK AKIL. Ortak akıl doğru bir akıl değildir.  Herkesin, hepimizin fazlasıyla kullandığı ortak akla ulaşmak. Ortak akıl salim akla ulaşmak için kullanılan bir metottur.  Bazı olur 100 kişi bir meseleyi aynı şekilde otururlar, istişare ederler, konuşurlar. Fakat neticede salim ve doğru bir şey çıkmayabilir. Bazen olur ki ilim, irade, hikmet ve tecrübe sahibi bazı insanlarla konuşursunuz, bir insanla konuşursunuz, bazen iki insanla konuşursunuz salim akıl ortaya çıkabilir. Müstakim akıl ortaya çıkabilir. Demek ki önemli olan ortak akıl değildir, salim akıldır, müstakim akıldır. Bütüne ulaşma yolunu arayan akıldır.

MUTLAK DOĞRU SADECE ALLAH’A AİTTİR

Kelimeler ve kavramlar bizim insanoğlunun dünyayı algılamasının, beşeri münasebetlerini ve dünya ve ukba muvazenesini kurabilmesi için bir ölçüdür veya kavramları değerlendirmek, doğruyu-yanlışı ayırt etmek için taktığımız birer gözlüktür. Kelimeler ve kavramlar bizim için birer gözlüktür.  Biliyorsunuz fiziki açıdan göz görmez. Beyin görür. Göz sadece baktığı nesneleri fotografik olarak beyne ulaştırır. Beyin gözün ulaştırmış olduğu nesneleri daha önceki, tecrübesiyle, bilgisiyle, aklıyla, iradesiyle değerlendirir ve anlamlandırır. Beyin depoladığı bu bilgi ve tecrübeyle nasıl ki bu meseleleri anlıyor, anlamlandırıyor öyle de dikkat ederseniz fizikte bir kanun daha var. Gördüğünüz şey, gördüğünüz şey olmayabilir. Şunu anlatmak istiyorum. Kelimeler ve kavramlar da izafilik olabilir. Anlam kaymaları olabilir. Faklı manalar olabilir. O açından mutlak doğru kemaline masruftur.  O sadece Allah’a aittir. Mutlak doğruyu ortaya çıkarmanız doğru değildir.  O açıdan kelimelerin ve kavramların anlamını bilmemiz çok önemlidir. Anlamını bilmediğiniz şeyin mahiyetini kavrayamazsınız.  Bir daha söyleyeyim. . Anlamını bilmediğiniz şeyin mahiyetini kavrayamazsınız.  Çerçevesi itibariyle kelime bilinecek, dil bilinecek. Sonra o dilin metodolojisi bilinecek. Sonra o dilin aynı zamanda tarih içindeki seyri, kelimelerin tarihi içerisindeki seyri bilinecek, sonra anlam kaymaları bilinecek. Ondan sonra siz o duygu ve düşüncenizi şekillendireceksiniz. Çok mu teorik oldu. Epey bir teorik oldu biliyorum. Ama biraz daha sabretmenizi istiyorum. Bir 5 dakika daha sabretmenizi istirham edecem. Biraz daha somuta geçecem.

KUR’AN BÜTÜN KELİMELERİ KAVRAMLAŞTIRMIŞTIR

Dil sadece harflerden kelimelerden ibare bir kalıplar bütünü, cümleler yığını değildir. Bunu ta İslam öncesi döneme götürmemekle birlikte İslam dönemine Müslümanlık dönemine çok rahat bir şekilde adapte edebiliriz.  Kur’an –dikkat buyurun- bütün kelimeleri kavramlaştırmıştır. Akıl, vahiy, Rab, Nur, Nebi, Resul, İslam, iman gibi yüzlerce kelimeyi kavramlaştırmıştır. İslam o kelimelerin içeriğini kendi isteği doğrultusunda doldurmuştur. O dönemde Ebu Cehil’in asıl isimi, İslam dönemindeki ismi Ebu’l Hakem’dir. Hikmetin babası, filozofların babasıdır. İslam geldikten sonra Ebu Cehil lakabını almıştır. Bu insan dile vakıf değil miydi? Çok ciddi manada vakıftı.  Çok ciddi manada dili, Arapça’yı biliyordu. Ama adı Ebu Cehil’e çıkmış, Ebu Cehil olmuştu. Neden? Çünkü İslam kelimelere farklı anlama yüklemeye başlamıştı. Bu şekilde bilmek lazım. Allah dediğiniz vakit bu şekilde bilmek lazım. İlah dediğiniz zaman böyle anlayacaksınız. Peygamber dediğiniz zaman böyle anlayacaksınız diyordu.

DÜŞÜNCE İNSANI RAHATSIZ EDER

Peygamberimiz Mekke müşriklerine vahyi anlattığı zaman Mekke müşrikleri karşı çıkmıştı. Biz aba ü ecdadımızdan böyle duymadık diyorlardı. Babalarımız dedelerimiz böyle bir şey anlatmamıştı bize. Sen çok farklı şeyle söylüyorsun diyor ve Allah Resulüne tepki koyuyorlardı. Sen farklı bir şey anlatıyorsun diyorlardı. Adeta Allah resulüne ezberlediklerini anlatıyorlardı. Tekrar ediyorlardı. Allah Resulünün de aynı şekilde onlar gibi düşünmesini ve anlamasını, kavramasını hatta ifade etmesini istiyorlardı. Ezberlerini tekrar ediyorlardı. Biz atalarımızdan böyle görmedik, duymadık demek suretiyle ne ezberlerinin ne de rahatlarının bozulmasını istiyorlardı. Onlar aslında putlara değil cehalete kölelik yapıyorlardı. Fakat rahattılar, düşünmüyorlardı. Yokuş aşağı bir hayat yaşıyorlardı. Huzurlarının kaçmasını istemiyorlardı. Düşünen her beyni kendilerini rahatsız ettiğinden dolayı kabul etmiyor, karşı çıkıyor, hatta toplumdan refüze etmek istiyorlardı. Sırf kendi huzurlarını bozduğundan dolayı. Biz böyle düşünmüyoruz diyorlardı çünkü düşünce insanı rahatsız eder.

95 SENEDİR AYNI ŞEYLERİ TEKRAR EDİYORUZ AMA BU DOĞRU MUDUR?

Senelerden beri 95 senedir ‘kurtuluş, kurtuluş’ diyoruz. Düşünmeden devam ediyoruz. Aslında çok rahatız. Ben rahatsız etmeye geldim. Yokuş aşağı yaşamak kolay. Düşünmeden yaşamak kolay. Böyle yapıyorsunuz demiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Hep aynı şeylerin derdiyle muzdaripiz. Ulrike Meinhof diyor ki ‘ Köleler özgür olmak isteyenlerden nefret ederler.’ Hocam ne güzle yaşıyorduk, ne güzel devam ediyorduk, geldin böyle olmaz dedin diyor belki bazıları. Olabilir. Nefret edilebilirim. Ama sorun değil. Bernard Shaw’ın ifadesiyle yürüdüğünüz yolda eğer ayaklarınıza çakıl taşları batmıyorsa yürüdüğünüz yok yanlış yoldur demektir. Yanlış yolda yürüyorsunuz. Bir kere daha bu işe bir dikkat edin. Bir kere daha yaptığınız işleri düşünün. Konuştuğunuz şeylerin ne manaya geldiğine bir kere daha bakın. Cahil bilmediğin şeyin tekrarındadır. Cahil sürekli tekrar eder.  Ama alim insan sürekli bildiği şeyi dahi tefekkür eder. Düşünür. İsterseniz bu ifademin yanına bir ayeti getirip koyayım. Müsadenizle. "Yâ eyyuhâllezîne âmenû,/ Ey iman edenler. Âminû billâhi ve resûlihî/Allah’a ve Resulüne iman edin. " (4-136) Dikkat eder misiniz, . "Yâ eyyuhân nâs",   "Yâ eyyuhel kâfirûn ". Ey iman edenler, Allah’a ve Resulüne iman edin. İman ettiğiniz şeyleri  bir daha gözden geçirin. Doğru mu? Acaba zaman içerisinde algılarınızda bir eskime, bir pörsüme olmuş mudur? Bir kere daha tekrar edin. Bir kere daha kendinizi gözden geçirin. Tefekkür edin diyor. Kur’an yer yer  " efalâ ya’kılûn ",  "efalâ tefekkerûn " Neden akletmiyorsunuz? Neden düşünmüyorsunuz? Düşündüğünüz şeyler bir kere daha neden masaya yatırmıyorsunuz? Yapılması lazım gelen şey, konuştuğumuz ve yaptığımız şeyleri bir kere daha masaya yatırmaktır. 95 senedir aynı şeyleri tekrar ediyoruz ama bu doğru mudur? Tarih tekerrür etmez. Hatalar tefekkür eder. Böyle hatalara düşmemek için tefekkürün yolunu açmak lazım.

Eğer kavramlar ve mefhumlar gerçekten anlaşılabilmiş, anlatılabilmiş ve kavranabilmiş olsaydı modern çağın zehirleri altın taslarda bizlere sunulmuş olsa bile hiç olmazsa Türk ve Müslüman unsurlar arasında alıcısını bulamayacaktı. Ne yazık ki milletlerin imdadına yetişen doktorlar da yani aydınlar da aynı ahtapotun zehiri ile zehirlenmiş daha önce bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde kana kana yudumladığı öldürücü şarabı şifa niyetine millete içirmiştir. Kendisi içmiş zehirlenmiş, şifa budur demiş, aynı şekilde aynı zehri millete de içirmiştir. Biz tekrar ettiğimiz şeyleri o aydınlardan içtiğimiz şeylere borçluyuz.

EĞİTİMLİ İNSANDAN DAHA ZİYADE NASIL BİR EĞİTİM DİYE SORMAK LAZIM.

Bakın size bir kaynaktan 2-3 cümle aktaracam. Alman düşünür  Ernst Alexander  Rauter’e ait bir ifade. Türkçe ‘Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur?’ adlı kitabından alıntı yapacam. Politika kelimesi diyor Rauter bugün kullandığımız polis kelimesinden türemiştir. Dikkat eder misiniz? Daha açık bir ifadeyle Yunan siyasi düşüncesinin yani Helenistik kültürünün temelini polis kavramı oluşturur. Atina’da kadınlar- dikkat buyurun- Atina’da kadınlar, sayıları 365 bin olan köleler ve yabancı kökenli metoikler siyasî hakka sahip değildir. Sayıları 20 bin civarında olan bir zümre (başta filozoflar olmak üzere) yönetimi sağlamaktadır. İşin ilginç tarafı, köleler eğitim yoluyla "köle" olduklarının şuurundan uzaklaştırılmışlardır. Köleler eğitim yoluyla "köle" olduklarının şuurundan eğitimle uzaklaştırılmışlardır.  Bir şeye dikkat çekmek lazım. İnsanlar sadece okutulmamak suretiyle cahil bırakılmazlar. Bir de çok fazla bilgi vermek suretiyle cahil bırakılırlar. Dikkat buyurur musunuz? İnsan burada sadece eğitimle insan değildir. Hocam (Prof.Dr.Necmettin Tozlu) burada. Yanında konuşmaktan hazer ederim ama çalışma sahalarımdan bir tanesi de eğitim tarihi olduğundan bir iki cümleyle onu izah etmek istiyorum. Eğitimli insandan daha ziyade nasıl bir eğitim diye sormak lazım.

AYDINIMIZ, KİMİN AYDINLIĞINDA, KİMİN IŞIĞI ALTINDA AYDINLANDI ONU SORGULAMAMIZ LAZIM.

Dikkat edin bu memleketi soyan, avam tabiriyle soğana çeviren Haso ağalar, Memo ağalar değildir. Halk değildir, biz değilizdir. Yurt dışında eğitimini almış, mastırını doktorasını yapmış o insanlar, birkaç tane dil bilen insanlar devletin bürokrasisinin başına geçmiş- çok ciddi manada bir şeyleri biliyorlar- hukukun açıklarını biliyorlar. Devleti ve milleti hortumlayan insanlar bu insanlardı. Bu tip insanlardır. Bazen meclise uğrarım. Anadolu’nun bağrından kopup gelen vekiliyle bir ihtiyacını gidermek isteyen adam şapkasını koltuğunun altına almış, nasıl çıkacak ayakları titriyor. Öyle değil mi? Bizim insanımız bu devleti soyabilir mi? Bizim insanımız bu memlekete yanlış yapabilir mi? Hayır. Demek ki bu memlekette ciddi manada bir eğitim sorunu var. Ancak en önemlisi nasıl bir eğitim sorunu olacak. Nasıl’ını bulmak lazım. Bizim aydınımız evet okumuştur, kimin aydınlığında, kimin ışığı altında aydınlandı onu sorgulamamız lazım. Bakın yine size bir kitaptan bir alıntı yapacam ve konuya geçecem. ‘Yeryüzünün Lanetlileri’ adlı eserin önsözünde J.Paul Sarte’ın ifadeleri. Hatırlarsınız. Evet dikkat eder misiniz? Bakın ifadelere. Kaderimizi tarih olarak bu cümlelerde görebilirsiniz.  Amsterdam, Paris, Londra gibi ülkelere birkaç aylığına bir kısım Asyalı ve Avrupalı gençleri getirip gezdirecek, giyim kuşaklarını değiştirecek, biraz lisan biraz da batı kültürü verdikten sonra kendi hars ve manevi değerlerinden uzaklaştırarak yeniden ülkelerine göndereceğiz. Artık bizim borazanlarımız haline gelen bu gençler gittikleri ülkelerde bizim düşündüğümüz gibi düşünecek ve bizim söylediklerimizi haykıracaklardır. Böyle olmuyor mu? Biz böyle tecrübe kazanmıyor muyuz? Aydınımız buradan geçmiyor mu? Tanzimat’tan bu yana Türk aydınının iki tane kaderi olmuştur. Bir tanesi aldanmak diğeri de aldatmaktır. Kendisi aldanmıştır milleti de aldatmıştır. Senaryoyu başkaları hazırlamıştı. Oyunun figüranı sadece bizim aydınımızdı. Bizlerdik.

ERMENİ, RUS MEZALİMİ VE İSTİLASINI KONUŞMADAN ÖNCE ERMENİ’Yİ, MEZALİMİ, KURTULUŞU KONUŞMAK LAZIM

Aydın olmak için evvela insan olmak lazım. İnsan mukaddesi olandır. Aydın konuşur. Hırlaşmaz. Anlamaya çalışır öz benliği ile. Hissetmeye çalışır öz gönlüyle. Aydının görevi aydınlatmaktır. Karanlıkları aydınlatmak. Kelimeleri aydınlatmak. Kavramları aydınlatmak. Eğer bir bedel ödenecekse bağrından çıktığı toplumun üvey evladı olma pozisyonuna girmek gibi, düşmek gibi olacaksa gerekiyorsa aydın bu bedeli de ödemek zorundadır diyorum. Kelimeleri tarif etmeden girişilecek bütün tartışmalar beyhudedir. O açıdan Ermeni Mezalimi, Rus Mezalimi ve istilasını konuşmadan önce Ermeni’yi konuşmak lazım. Mezalimi konuşmak lazım. Kurtuluşu konuşmak lazım. O açıdan diyorum ki kelime ve kavramlarla benim kavgam var. Ezberci sıradanların kavgasıyla yani kör dövüşçülerle hiçbir işim yok. Bizim aydınımız ezberlediği şeyleri her gün tekrar eder. Benim onlara ayıracak zamanım yok.

Ben kelime ve kavramlara kavga ederek o da kendi istek ve arzularını anlatamaya çalışıyor. Bizim aydınımızın şimdiki işi aydım-kaydım işleridir. Başka bir şey değil. Geçeyim. Aslında teorik olarak konuşmayı, mücerredi anlatmayı o kadar seviyorum ki ama burası üniversite değil. Bu açıdan da rahat bir şekilde konuşamıyorum.

Şimdi kurtuluşa geleyim. O mesele üzerinde birkaç hususu anlatmaya çalışayım. Sonra da sorularınıza geçeyim. Notlarım çok. Bana yetecek seviyede. Bir şeyi söyleyeyim. Ben cumhuriyet tarihi kürsüsünde akademik çalışmalarımı yapıyorum. Cumhuriyete karşı değilim. Cumhuriyet benim her şeyimdir. Bir cümle söyleyecem. O açıdan bu ön cümleyi söyledim.

KURTULUŞ KELİMESİ GENEL İTİBARİYLE ESARET GÖRMÜŞ MİLLETLER İÇİN KULLANILIR

Cumhuriyet döneminin en önemli uygulamalarından biri – değerli dostlar- düşman yaratmaktır. 3 tarafımız deniz, 4 tarafımız düşmandır. Düşman icap etmek gibi bir handikaba düştük. Her sene aynı şeyleri tekrar etmemizin sebebi de budur. Bence asıl mesele düşman meselesini dışarıda aramak beyhudedir. Düşmanı içimizde aramamız gerekiyor. Bizim için evvela birinci düşman cehalettir. Sonra fakirliktir, sonra tefrikadır, sonra tembelliktir. Asıl mesele budur. Yoksa düşmanı dışarıda aramak beyhudedir. Ben dışarıdaki hiçbir düşmanın bizi yenebileceğine, bizi mahkûm edebileceğine inanmıyorum. Bir şey daha söyleyeyim sadet dışı. İslam’ın önündeki en büyük engel de başkaları değil tırnak içerisinde gâvurlar değil, Amerika değildir. Çin değildir. Batı değildir. İslam’ın önündeki en büyük engel şuursuz Müslümanlardır, şuursuz kalabalıklardır. O açıdan düşmanı dışarıda aramaya gerek yok. O açıdan diyorum ki kurtuluş meselesini bir kere daha gözden geçirelim  Kurtuluş kelimesi genel itibariyle esaret görmüş milletler için kullanıır. Değerli dostlar. Biz Türk milleti olarak 13 bin yıllık bir tarihe sahibiz. 13 bin yıl geriye doğru bir geçmişimiz var. Tarihimiz boyunca hiçbir dönemde esaret görmemişiz. Dolayısıyla bizim kurtuluş kelimesini kullanmamız mümkün değildir. Kavramsal açıdan mümkün değildir. Vak’a cumhuriyet döneminde kullanılmış. İnsanların psikolojik düşünce yapılarını dik tutmak, diri tutmak amacıyla her ilde kurtuluş bayramları icat edilmiş. Kurtuluş yapılsın denilmiş, hatta teşvik edilmiştir. Size çok net bir şey söyleyeyim. Öyle illerimiz vardır ki – ismini telaffuz etmeyeyim, gerek de yok- bizim o ilimizin yakınında bile Yunan geçmemiştir. Fakat yan ilde var da kurtuluş biz de niye yok diye kurtuluş günü icat etmişizdir biz. Kurtuluş günü icat ettik biz. Dolayısıyla bu yanlış bir şeydi. O gün için doğru olan bir şey bu gün için yanlış olabilir. Biraz önce de söylediğim gibi tarih içerisinde kelimelerde anlam kaymaları olduğundan dolayı olabilir. Bir dildeki kelime başka bir dile farklı bir manada geçebilir. Mümkündür. Mesela Arapçadaki ceza kelimesi Arapçada mükâfattır. Türkçeye geçince cezalandırma manasına geliyor. Aynen öyle de tarihteki bir kelime bugün çok farklı bir manaya gelebilir. Yine aynı şekilde diyorum. Cumhuriyet döneminde o ilk zamanlarda belki ihtiyacımız olan bu mesele belki ihtiyaç olmaktan çıkmıştır. Kullanılmasının, kurtuluş adına programlar düzenlenmesinin yanlış olduğunu ifade ediyorum. Kusura bakılmasın.

BENİM BÜTÜN MÜCAHEDEM VE MÜCALEM TARİHİ UNUTMAMAK, UNUTTURMAMAK

Peki, hocam, milli ruhu, milli heyecanı yok mu edelim? Bu tür programları anmayalım mı? Tarihimizi mi unutalım? Ben bunu demek istemiyorum. Ben de 20 senedir bu hususta çalışıyorum.  Benim bütün mücahedem ve mücalem tarihi unutmamak, unutturmamak. Fakat diyorum ki tarih böyle anlatılmaz. Tarih gelecek nesillere böyle aktarılmaz diyorum. Fikir doğru ama yapılan şeyler yanlıştır diyorum. Bunu düzeltelim diyorum. Benim bütün kavgam budur.

BİZE "KURTULUŞ" DÜŞÜNCESİNİ VERENLERİN, PSİKOLOJİK AÇIDAN "ESARET " MEFHUMUNU ZİHİNLERİMİZE ZERK ETTİKLERİNİN FARKINDA MIYIZ?

Cemil Meriç merhum der ki ‘tefekkür vüzuhla başlar, kurtuluş şuurla.’ Siz şayet kelime ve kavramları eğer aydınlatamaz iseniz hiçbir zaman kurtuluşa eremezsiniz. Ezberlediğiniz şeyler sizi kurtuluşa götüremez. Aydınlığa götüremez. ‘ Bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur’ hadisesi bundan mütevellittir.   Bir röportajda şöyle bir ifade kullanmıştım:’ Bize "kurtuluş" düşüncesini verenlerin, psikolojik açıdan "esaret " mefhumunu zihinlerimize zerk ettiklerinin farkında mıyız?diye.  Değerli dostlar! Kurtuluş kelimesi hürriyet değil esarete vurgu yapar. Kurtulduk, kimden? Ermeni’den, Rus’tan, Yunan’dan. Demek ki yaklaşık 100 sene önce bu milletler tarafından ezilmiş, esir edilmiş diye insan psikolojisi farkına varmadan şekillendirilmiş oluyor. Farkına varmadan. Biz kaş yaparken göz çıkardığımızın farkında değiliz.

‘ KURTULDUK, KURTULDUK’ DA BİZİ HÜRRİYETE DEĞİL ESARETE MAHKÛM EDER

İnsanlar hep silahlarla esir edilmez. Sözün gücü ve etkisi toplardan, tüfeklerden daha öndedir. Size bir misal vereyim. Sadet dışı. Amerika’da ve Avrupa’da bir markette sabahın hangi vaktinde hangi ışıklar yanacak, öğleden sonra hangi ışıklar yanacak, sabah vaktinde hangi müzik çalınacak o markette, öğleden sonra hangi müzik çalınacak ki daha fazla satış yapılsın diye bilimsel araştırmalar yapılmış ve farkına varmadan insanın bilinçaltı şekillendirilmiş ve ona göre kapitalist sistem süreci devam ettirmiştir. Dikkat edin, büyükşehirlerde de bunlar yapılmaya çalışılıyor. Film altı okumaları yapılır. Holywood’da çekilen filmler en son senaryo okunur ve verilmek istenen mesaj filmin bir karesine yerleştirilir. Mesela aktör bir yerde bir iş yaparken orada, kenarda köşede bizim ‘lazut’ dediğmiz mısır yer veya gösterir. Yapılan araştırmalar hemen o filmin arasında o mısır patlatmasını dışarıya çıkan insanlar ne yapıyorlar? Gidiyorlar, alıyorlar ve yiyorlar. Patlama oluyor tabir caizse. Zihin altı okumalarıdır bunlar. Dolayısıyla ‘ kurtulduk, kurtulduk’ da bizi hürriyete değil esarete mahkûm eder diyorum.

BİZİM TARİHİMİZ BOYUNCA VERDİĞİMİZ MÜCADELENİN İSMİ CİDAL-İ MİLLİDİR. MİLLİ MÜCADELEDİR.

İkincisi Kurtuluş Savaşı kavramı. Ben hem okudum hem de okutuyorum; ama bu şekliye okutmuyorum: Kurtuluş Savaşı.  Bu yanlış bir kullanımdır. Cumhuriyet dönemini anlatana bazı kitaplara kurtuluş savaşı tarihi adını vermişizdir. Yanlış ifadelendirmedir. Yanlış kavramlar üzerinden giderek doğruya ulaşmak mümkün değildir.  Biz tarihimiz boyunca kurtuluş mücadelesi vermemişizdir. Bizim tarihimiz boyunca verdiğimiz mücadelenin ismi cidal-i millidir. Milli Mücadele. Veya cihad-ı milli. Milli Mücahededir. Ama hiçbir zaman kurtuluş savaşı mücadelesi vermemişizdir. Dikkat buyurursanız bizim İstiklal Marşımızın adı da kurtuluş marşı değildir. Adı istiklal marşıdır. Ben, fakir, bendeniz istiklal marşı kelimesinin de burada yanlış kullanıldığı kanaatindeyim.  Onu geçeyim.

KURUCU ZİHİNLER KURTULUŞ ÜZERİNE DEĞİL KURULUŞ ÜZERİNE VURGU YAPARLAR.

Osmanlı ‘kuruluş’ üzerinde durur. Ana hatlarıyla geçiyorum. Osmanlı ‘kuruluş’ üzerinde durur, kurtuluş üzerinde durmaz. Bu bir medeniyet tasavvurudur. Bilinçsizce bir hareket değildir. Osmanlı 400 çadırından bir beylik kurar. Sonra bir o 400 çadırdan bir devlet kurar.  Sonra o Osmanlı batılıların ifadesiyle ‘ bir imparatorluk’ bizim ifademizle ise devlet-i ebed müddet kurar cihan çapında. Osmanlı kuruluşa vurgu yapar. Bizim cumhuriyet insanımız kurtuluşa vurgu yapmıştır. Mantık ve mantalite farkını görebiliyor musunuz? Dediğim gibi bu bir medeniyet tasavvurudur. Bu medeniyet projesi, anlayışı ve kavrayışıdır. Kurucu zihinler kurtuluş üzerine değil kuruluş üzerine vurgu yaparlar.

Biz tarihimizi bilmiyoruz diyorum. İrfan vadilerini terk edeli çok oldu. Elimizdeki bilgi kırıntılarına kültür diyoruz şimdi. Evet, anlamıyoruz ceddimizi, anlamlandıramıyoruz. Neden? Çünkü mendil kadar beyni olan insanlar, çarşaf kadar beyni olan insanları anlayamaz. Mendil kadar beyni olan insanlar, çarşaf kadar beyni olan insanları anlayamazlar. Biz anlamadığımızdan dolayı anıyoruz. Ömrümüz hep bir şeyi anmakla geçti. Fakat asıl mesele anlamaktır. Hamaset geri kalmış toplumların sığınağıdır. Bilgi ise medeni toplumların el feneridir. Aramızdaki fark budur. Ben hasret çilesinden vuslat neşvesine yürüyen bütün mefkûre dostlarıma selam söylüyorum. Siz saygılar sunuyorum ve son olarak şunu söylüyorum. Diyorum ki kurtuluştan ne yapıp yapıp bir an önce kurtulmak lazım Sayın başkanımı. Fakat yıkmak marifet değildir. Alternatifinizi ortaya koymadığınız müddetçe hiçbir şeye dokunmayın. Hiçbir şey. Fakat zihnimde kurguladığım, tasavvur ve tahayyül ettiğim şeyler var. Bilahare aktarmak isterim. ‘Kurtuluştan kurtulmak lazım’ diyeyim ve sözümü bağlayayım. Dediğim gibi çok teorik mesele. Çok konuşulması lazım gelen bir mesele ama muhtemeldir ki sizlerin soruları vardır. Eğer arzu ederseniz bir 10-15 dakika bir soru-cevap yapıp bitirelim, olur mu Sayın Valim, Başkanım? Soru sormak isteyen var mı? 

HER SENE KURTULUYORUZ. DEMEK Kİ HER SEN ESARET ALTINA GİRİYORUZ

Bayburt Milletvekili Bünyamin Özbek: Hocam bir yönetmelik yayınlandı. Kutlamalarla ilgili. Bakıyoruz Bayburt’ta başkana karşı aksi bir eleştiri var. Niye kurtuluş mücadelesinde çocukları soğuktan üşütüyoruz diye. Toplumda böyle bir algı var. Ne yapacağız biz bu konuda?

Sayın vekilim, zihni esaretten kurtulunmadığı müddetçe fiziki esaret hiçbir mana ifade etmez. Nesillerimize aktardığımız milli ruh, milli düşünce böyle olmaz. Biz Ermeni meselesinden kurtulduk, dikkat buyurursanız. Fakat ne enterasan bir şeydir. Bir şeyden bir meseleden hayatta bir kere kurtulunur. Her sene kurtulunmaz ki! Her sene kurtuluyoruz. Demek ki her sen esaret altına giriyoruz demektir. Bakın bizim cumhurbaşkanlığı forsunda 16 tane devlet vardır. 16 kurduğumuz devlete işaret eder. – Sorunuza gelecem- Fakat biz genel Türk tarihinde okuduk. Allah selamet versin. Prof.Abdulkadir Donuk hocamın asıl sahasıdır. 100’ün üzerinde beylik ve devlet kurmuşuz. 120 civarında. O 16 tane çok az. Fakat şöyle düşünün. Biz bu devletlerin hepsini düşmanlar tarafından yıkıldık da kurmadık. Biz birbirimizi boğazlıya boğazlıya zaman zaman, birbirimizin devletlerini yıka yıka o devletleri kurduk. Anlatabiliyor muyum? Şunu anlatmaya çalışıyorum. Yıkmakta bizim işimiz. Kurmak ta bizim işimiz olmuş. Başkana şimdi şöyle bir şey söylüyorlar. Ermeni’den değil bizim kendimizden kurtulmamız lazım. Vereceğim en önemli mesajlardan birisi budur. Kendimizden kurtulmamız lazım. Zihniyet aynı olduktan sonra bu meseleyi sokakta, yapmışın içerde yapmışın… Benim vermeye çalıştığım düşünce, olgunlaştırmak istediğim şey zihinlerimizde bir yenilik meydana getirmek, kavramları ve düşünceleri değiştirmektir. 95 senedir kurtuluyorsun. Burada seyrettik. Etkisi kapıdan çıkılacak ana kadardır. Fakat bu mesele böyle anlatılmaz. Milli ruh, milli düşünce böyle verilmez.

ERMENİLER 100. YIL DOLAYISIYLA 2 MİLYAR DOLAR PARA AYIRDILAR

Bakın ben size misal vereyim. Ermeniler 100. Yıl dolayısıyla 2 milyar dolar para ayırdılar. Uluslar arası arenada parlamentoların Ermeni soykırımını kabul etmesi meselesi değil. O çalışmalara girmiyorum. Sadece sinema, film çekmek, kitap yayınlamak, makaleler yazdırmak ve belgeseller çekmek için 2 milyar dolar para ayırdılar bu meseleye. 9 veya 10 tane Holywood’la film anlaşması yaptılar. 2015 için hazırlıklar. Ermeniler bu şekilde çalışıyorlar. Bu da ikinci nokta olsun. Bir husus daha. Ermeniler 1,5 milyon, topu topu 3 milyon insandır. Biz 80 milyon insanız. Ayıptır, insan utanır. Ermeni mezaliminden kurtulduk diye her sene bir zili takıp oynamadığımız kalıyor. 80 milyon insanız. Benim onuruma dokunuyor. Benim onuruma dokunuyor kutlamak. 80 milyon, 3 milyon. Bu şuna benzer. Ben güçlü bir insan. 80 yaşındaki bir adam veya 10 yaşındaki bir çocuğa bir tokat vurdum. Gidip bunu açık meydanlarda, şurada burada övüne övüne anlatıyorum. 80 yaşındaki adama vurdum, hâk ile yeksan ettim. Bu kadar çocukça buluyorum ben. Bakın bütün parlamentolarda, bütün dünyanın her tarafında bu memleket sıkıştırılıyor. Siz bu memleketin insanını eğer maddeten desteklemezseniz, manen desteklemezseniz, burada deve oyunlarıyla mı insanlara bu milli ruhu ve düşünceyi vereceksiniz. Adam 40 yaşına gelmiş, 50 yaşına gelmiş hala deve oyunu oynuyor. Adamlar uluslararası arenada ayaklarımızı bağlayıp nasıl bunları iflas ettiririz, iflahını keseriz diye bütün oyunları oynarken biz de burada deve oynuyoruz. Uyanmak lazım. 21. Asırdayız.

Türkiye bölgesel güçtür ve geleceğin en büyük süper güçlerinden birisi olacaktır. 2023, 2030’larda dünyanın en büyük devleti Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Bu olacak. Bu hayal değil. Ben strateji çalışıyorum, tarihi biliyorum kendi çapımda. Şu anda biz bölgesel gücüz. Artık bize bakmadan, bizi kale almadan hiçbir şeye karar veremiyorlar. 10 sene sonra 15 sene sonra ömrümüz olursa göreceksiniz ki Birleşmiş Milletler’de dahi gözümüzün içine bakmadan süper güçler karar veremeyecekler.

DİYORUM Kİ DESTELEYİN, ÇALIŞALIM

Siz bir çalışma yapacaksınız Ermeni meselesi ile alakalı Sayın Vekilim. Sizin arkanızda kimse yok. Hamaset telalığından vazgeçmek lazım. Ben buraya hazırlıklı geldim. Ermeni meselesini hiç çalışmadım aslında. Fakat Dış İşleri Bakanlığı ile Türk Tarihi Kurumunun bir projesi vardı. Bu projeyi bir önceki Türk Tarih Kurumu Başkanı bana havale etti. Dedi ki Taceddin hocam bunu sizin çalışmanızı arzu ediyorum. Ve çalıştım. Osmanlı Hariciyesinde Gayr-i Müslimler. Vatikan’a gitmeden önce Türk Tarih Kurumu’nun bana gönderdiği anlaşma metnini imzaladım ve çıktım. 1879-1925 arasında Osmanlı hariciyesinde gayr-i Müslim bürokratların tamamının sicil dosyalarını Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden yazdım. Ve ben bunu çalıştım. Şimdi en büyük isteğim bütün Osmanlı bürokrasinde gayr-i Müslimler ve Ermeniler. Fakat ben bu çalışmayı yapmak için 2 senemi verdim. Ben hangi kapıyı çaldıysam ister devletli olsun, isterse hamaset tellallığı yapan milliyetçi, tırnak içinde milliyetçi, muhafazakar, dindar insanlar olsun, dernekler ve vakıflar olsun hiç birisi orada konuştuk, konuştuk. Hiç değer vermediler. Hiç kimse bir kuruşunu harcamadı. Başbakan çıkacak, konuşacak, ondan sonra bir hafta gündem olacak. İkinci hafta fora. Böyle mi milliyetçiyiz. Böyle mi dava adamıyız? Böyle mi mert ve yiğit insanlarız? Böyle mi olur?

ERMENİ’DEN KURTULDUK AMA KENDİMİZDEN KURTULAMADIK.

Uluslararası areneda 1,5 milyon Ermeni diasporası çalışıyor. Para buluyor. Ben Vatikan’da iken bir profesöre 2 milyon dolar verdiler. Vatikan gizli arşiv belgelerinden bir tane kitap yazdırdılar. 2 milyon dolar bir kitap. Diyorum ki desteleyin, çalışalım.   Devletlü bana diyor ki hocam çık canlı yayında konuş da istifade edelim. Ankara’ya gittim 3 defa telefon etmeme rağmen bana cevap vermediler. Randevu vermediler, vermeyecekler de. Biz Ermeni’den kurtulduk ama kendimizden kurtulamadık. Hiçbir projede yapılmıyor. O gün hamasi nutuklar atılacak ve bu iş bitecek. Bir şey daha söyleyecem. Çok özür diliyorum. Osmanlı Devleti Hizmetinde Ermeniler, belgesel projesi yaptım, para bulamadım. Vatikan Gizli Arşiv Belgelerine Göre Ermeniler. Dedim müsaade edin biz de hiç olmazsa ortaya bir çalışma koyalım. Para, destek bulamadım. Osmanlı Bürokrasisinde Ermeniler. Destek bulamadım. Adamlar İngilizce,Fransızca bütün dillerde, bakın bütün dillerde, bütün Arap coğrafyasında çalışıyorlar ve Ermenilere soykırım yapıldığını her zihne zerk ediyorlar. Fakat biz sadece ve sadece bu işin hamasetini yapıyoruz. Aradaki fark bu. 2015 bizim için hiç iyi geçmeyecek.

Bayburt Valisi Hasan İpek: Hocam acaba yeniden kuruluşu mu yaşıyoruz biz. Osmanlı kuruluş döneminde dışarıya elçi de göndermemiş. Dışarıdaki olayları değil sadece kendi yaptıklarını değerlendirmiş. Daha sonra bu elçi göndermeye, diplomasiye gelince yıkılışa geçmiş. Şimdi herhalde kuruluşu yaşıyoruz. Bu işlere bakmıyoruz. İnşallah çok büyük bir imparatorluğu yeniden kuracağız. Vurdumduymazsak kendimize güvenimiz çok yüksek demek ki.

BİZİM ERMENİ DİASPORASINDAN DEĞİL TÜRK DİASPORASINDAN KURTULMAMIZ LAZIM

Sayın Valim, sizin bu ifadeleriniz alkışlanır. Alkışlayın lütfen. Bunun için bana bir kitap yazdıracaksınız zannediyorum. Makaleler yazdım çünkü. Bakın dostlar! Bizler okumadan alim olmanın, yazmadan katip olmanın doktorasını yapmış insanlarızdır. Cambridge Üniversitesi’nde 18 milyon eser var. Bibliothèque nationale’de binlerce Ermeni meselesine dair eser var. Bir yalan üzerine inşa edilen binlerce eser var. Bizim Milli Kütüphanemizde 5-6 sene öncesine kadar 2,5 milyon eser vardı. Bizim Milli Kütüphanemizde 2,5 milyon eser, sadece Cambridge Üniversitesi’nde 18 milyon eser var. Kimi, kiminle mukayese edeceksiniz. Bu bir. İkincisi de bizi Ermeni diasporasına karşı da mücadele edecek bilgi ve belge donanımına sahibiz. Fakat bizi asıl mahveden Ermeni diasporası değil Türk diasporasıdır. Bizim Ermeni diasporasından değil Türk diasporasından kurtulmamız lazım. Bu meseleden geçinen insanlar var, zümreler var. Onların elinden bu meseleyi almamız lazım. Ne ile ? Kitap çalışmasıyla, makalelerle, dergilerle, belgesellerle, filmlerle. Adamlar 9 veya 10 filmin anlaşmasını yaptılar 2015’e kadar daha ne yapacaklar onu bilmiyorum. Bu söylediğim rakamları biliyorum. Fakat biz hala hocam gel helva sohbetleri gibi lor dolması sohbetleri gibi oturalım modern meddahlar gibi bu meseleyi analım diyoruz. Anlat da dinleyelim hocam. Ben burada anlatacağım dışarıya çıkacak fora. Bitti bu iş.

AHİR ZAMANDA BU MİLLET BİR KERE DAHA DİRİLECEK

Ben de diyorum ki gelin anmayalım, anlamaya çalışalım. Çünkü anlamak cehde ister, gayret ister, alınteri ister. Fedakarlık ister. Çünkü biz ondan kaçıyoruz. Korkuyoruz biz. Evet Necip Fazıl üstad diyor ya. ‘Lafımın dostusunuz çilemin yabancısı / Yok mudur sizin köyde çeken fikir sancısı’ Fikir sancısı çok önemli. Göbeği-bağışlayın- kafasından önde giden insanlara bir şey söyleyemeyecem. Ama bu zihin bu beyin çatlamadığı müddetçe bu memlekette hiçbir şey olmayacak. Rahmet de çatlayan topraklara değil, çatlayan dudaklara değil, şerha şerha olan parça parça olan yüreklere gelir. O açıdan yüreklerimiz şerha şerha olursa, kuruluş fikrini tekrar bu memlekette inşa edebilirsek ancak o zaman yeniden bir kere daha dirilmenin yoluna girmiş olacağız. ‘innallâhe lâ yuhliful mîâd’ /Allah vaadinde hulfetmez. Ahir zamanda bu millet bir kere daha dirilecek. Bir kere daha. Dünyan Türk milletine, Müslüman Türk insanına ihtiyacı var. Bunu yine bu millet yapacak. İnanıyorum ve Kur’an’ın ifadesiyle söyleyeyeim. Eğer inanıyorsanız üstünsünüz ve mutlaka bir gün galip geleceksiniz. Rabbimden dileğim budur. Çok fazla sözü uzattım zannediyorum. Hakkınızı helal edin. Sürç- lisan etti isek affola. Belki paramparça şeyler söyledim ama inşallah daha sonraki zamanlarda bir araya gelmek ve bu meselenin derdini çekmek isterim eğer müsaade ederseniz o zamanlarda.

Peyami Safa’nın ifadeleriyle sözlerime son vereyim. Diyor ki ‘Yaşlanarak değil, yaşayarak tecrübe kazanılır; zaman insanları değil, armutları olgunlaştırır.’ İnsanlar bilgiyle, tecrübeyle, tefekkürle olgunlaşır diyor. İnşallah şu nesillerin ve neslimizin beyinlerini ilimle, tecrübeyle, hikmetle doyururuz, doygunluğa ulaştırırız ve geleceğimiz de yıldızlar gibi parlak olur. Ben tekrar sabırla dinlediğinizden dolayı teşekkür ediyorum.