“Yaptığı başka, söylediği başka” bir zeminde yürüyen bu ilişki biçimi, “diplomasinin kopması” durumundan bir önceki hâli temsil ediyor. Zira bu hâl, zaten dostlarla yürütülen hiçbir ilişki biçimine tekabül edemez.

“Kamu diplomasisi”nin çeşitli biçimleri vardır. Bir devletle olan ilişkilerinizi çeşitli yöntemlerle yönetirsiniz. Prof. Dr. Sait Yılmaz’ın makalesinden ilham alan bu satırlarla meseleyi irdelemeye çalışalım.

Ya geliştirici yöntemlerle her iki taraf da gözetilerek ilerlenir ya da kendini güçlü gören tarafın “tahakküm”ü ile diğerinin zayıflatılması veya imhası hedeflenir.

ABD Türkiye’ye, “zorlayıcı diplomasi” olarak literatürde yer alan ve karşı tarafın gerçek bir müzakereci olarak görülmediği bir yaklaşım sergiliyor.

Bunu nereden mi anlıyoruz? Elbette birçok yaklaşım biçimi bize bu gerçeği gösteriyor. İlla ABD’nin bize açık bir dille bunları ifade etmesine gerek yok. Biz artık ABD ile sadece “dilde” kalan bir müttefikiz. Bunun en önemli sebebi elbette ABD’nin çıkarlarıdır; bir de elbette Türkiye’nin kendisine biçilen “alt bölgesel güç” kategorisinden çıkarak “bölgesel güç”olma yönünde gösterdiği kudretli adımlardır. Kendisini küresel güç olarak gören bir ABD için bu bile tek başına yeterli bir sıkıştırma sebebidir.

“Masanın diğer tarafındakinin haklarına saygı duymayan, onu zayıflatmak hatta yok etmek isteyen bu ‘zorlayıcı diplomasi’ neleri araç olarak seçiyor?” sorusunun cevabı aslında ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı dış politika örneğinde açıkça görülebilir.

Özelikle “bozucu fonksiyon” icra edebilecek mekanizmalar ile “zor”layan bir ABD dış politikası bugünlerde çok daha önde görülüyor.

Bunları daha net anlaşılsın diye maddelendireyim isterseniz. Daha sonra isterseniz bu maddeler ekseninde siz de Türkiye-Amerika ilişkilerini bir tartıya vurabilirsiniz. 

- Kaşı tarafın uzun vadeli çıkarlarının hedef alınması.

- Baskı unsuru olabilecek iç ya da dış her türlü vasıtanın harekete geçirilmesi.

- Yanlış bilgilerle karşı tarafı şaşırtma ve hataya zorlama.

- Oldu-bittilerle komplolar geliştirme.

- Uluslararası kamuoyunu kendi haklılığına inandırmak için ikna ve algı çalışmaları yürütme.

- Karşı tarafın diplomatik misyonuna psikolojik baskı yapma ve onu hataya zorlama.

- Şantaj türü baskılar.

- Örtülü faaliyetler kapsamında –misyonerlik vs.- daha önce şekillendirilmiş yapıları iç ve dış istikrarsızlık unsurlarını harekete geçirme.

- Karşı tarafın psikolojisini sarsacak bir propaganda.

Evet, bu saydıklarımdan size tanıdık gelen bir davranış modeli ortaya çıktı sanırım. ABD-Türkiye ilişkilerini masaya yatırdığınızda, bu gerçekler sebebiyle “dost, müttefik” diyemezsiniz.

Evet, devletlerarasında “çıkarlar” vardır. Fakat bu çıkarları yönetmenin daha dostane biçimleri varken “zorlayıcı”olanların seçilmesi bir “tesadüf” olamayacağı için artık gerçeğin farkında olmak gerekir.

Ey ABD!

Bir “dost” dostuna bunu yapar mı? Sen sana bunları yapana “dost” der misin?

Mesele bu kadar net…