Fuat Baş, romanını Bayburt’un 180 köyünden biri olan “Obama” köyünden başlatıyor. Göç, birçok Bayburtlu aileyi gurbete savurmuştur... Bu savrulmalarda köklerinden kopmamaya çalışıp, yeni filizlerine, kökü hatırlatıp durmuştur kaygıyla...Fuat Baş, böyle bir aileyi öykülüyor bu romanında...

Bayburt anlatılır da mizah olmaz mı? Var, o da var, Bayburtlu’nun nüktedanlığı ve zekiliği pek güzel aktarılıyor.

Aşk... Bu romanda da böylesine müşkül bir öykü var. Gagavuz kızı Fetinya ile Bayburtlu Cebbar’ın aşkı...

Dede Korkut’ça satırlar da var yer yer. Olayları romanı okuyacaklara bırakıyorum.  

Arka Kapak Yazısı

Bayburt-İsviçre Hattı anne-baba, öğretmen ve toplumun tutumu neticesinde kendi kaderini çizmek zorunda olan yoksul, acımasız bir ortamda kalanların öyküsüdür. Sevgi dolu anne-babanın ve oğulun, bir sevgilinin, bir eşin, bir kardeşin portresidir.

Çocukluğunu yaşayamadan kendini büyük şehirlerin sokaklarında bulan Cebbar, Bayburt’tan yola çıkıp Rusya ve İsviçre’de zorlu bir yaşam mücadelesi verirken hayatına giren aşkların hazzını yaşar.

Bir öğretmenin kaleminden çıkan, hayalî değil gerçek hayatları anlatan bu roman bir ailenin özel yaşamına ve çağına farklı bir pencereden bakıyor.

Cebbar’ın babası Asim Çavuş’un sonu pek hazindir ve bir o kadar da ilgi çekicidir:

“Babaannemin eli, ayağı buz kesiyor; korkudan zangır zangır titriyor. Sabahın kör vaktinde kapıda bir kefenli adam, dedeme benziyor ama silueti dedem mi, tam kanaat getiremiyor. Asim Çavuş ölmüştü! Eee, şimdi bu kim? Duydukları çığlığa, ardından oluşan uğultuya, bağrışmalara ev halkı uyanıyor. Uykuya dalmanın lezzetini tadarlarken böyle bir olayla uyananlardan bazıları, hortlağı görenler, şok geçiriyorlar, kimisi korkudan bayılıyor. Don gömlek, pijamalarla konu komşu bütün ahali toplanıyor.”