Ben söylemiyorum. Şarktan ve Garbdan pek çok devlet adamı, kumandan, şair, yazar, ilim adamı, seyyah söylüyor; Türklerin öldürülebileceğini, ancak mağlup edilemeyeceğini. Türklerin tarih içerisinde bıraktıkları cesaret, kahramanlık, adalet, merhamet, temiz yüreklilik… gibi izler, düşmanlarını bile acze düşürmüş, bu ulvî davranışlar karşısında kendilerini itirafa mecbur hissetmişlerdir. Tarih bunun şahidi, yazılanlar ise ispatıdır. Birkaç tanesini alıntılayalım;

* İnsanları yücelten iki büyük meziyet vardır: Erkeğin cesur kadının namuslu olması. Bu iki meziyetin yanında hem erkeği, hem kadını şereflendiren bir meziyet vardır. İcabında tereddütsüz canını feda edebilecek kadar vatanına bağlı olmak. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır. Bundan dolayıdır ki Türkler öldürülebilir, lâkin mağlup edilemezler. (Napolyon).

* Türklerden bahsediyorum... Düşmanına saldırırken amansız bir kasırgaya, korkunç bir denize ve insafsız bir yıldırıma benzeyen Türk; dost yanında ve silahsız düşman karşısında bir seher yelidir, berrak bir göldür. Gönül açan bu yeli yıldırmak, göz kamaştıran bu gölü coşkun bir denize çevirmek tabiatı da inciten bir gaflet olur. (Tasso / İtalyan Şair).

* Poltava’da esir oluyordum. Bu benim için bir ölümdü, kurtuldum. Buğ nehri önünde tehlike daha kuvvetli olarak belirdi; önümde su, ardımda düşman, tepemde cehennemler püsküren güneş... Su beni boğmak, düşman beni parçalamak, güneş beni eritmek istiyordu; yine kurtuldum. Fakat bugün esirim, Türklerin esiriyim. Demirin, ateşin ve suyun yapamadığını onlar bana yaptılar, esir ettiler. Yalnız ayağımda zincir yok, zindanda da değilim; istediğimi yapıyorum. Fakat bu defa da şefkatin, asâletin, nezâketin esiriyim. Türkler beni işte bu elmas bağa sardılar. Bu kadar âlicenap, bu kadar asil bir milletin arasında hür bir esir olarak yaşamak, bilsen ne kadar tatlı. (Demirbaş Şarl / İsveç Kralı (Ruslardan kaçıp Osmanlıya sığınmıştır).

* Türkler ölmeyi biliyorlar, hem de iyi biliyorlar. Ben de ölmeyi bilen bir milletin yenilmeyeceğini bilecek kadar tecrübeliyim. Burada hiç yoktan ordular kurmak ve bu orduları ölüme sürüklemek mümkün. Bu imkânlardan bol bol faydalanıyorum. Fakat, meydana getirdiğim orduları sendeleten bir engel var: Türklerin yaşayan hatıraları! Üç-dört yüzyıl önce her kudreti ve her milleti yenen Türkler, şimdi de silinmez hatıralarıyla her teşebbüsü sendeletiyorlar. Hemen her yürekte bu korkuyu seziyorum. Demek ki yalnız Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lazım. Bu durumda ben, Türklerin düzinelerle milleti idare etmelerindeki sırrı da anlıyorum. Onlar milletleri bir kere yeniyor, fakat kazandıkları zaferleri ruhlara ve nesillere nakşedebiliyorlar. [M. Montecuccoli (Avusturyalı Komutan)].

* Şecaat ve cesaret bakımından Türklerden üstün; büyük hedeflere ulaşmak bakımından da onlardan dirayetli hiç bir kavim yoktur. Cenâb-ı Hakk onları aslan sıfatında yaratmıştır. (İbn Hassul).

* Türklerin yalnız sonsuz bir cesareti değil, iradeleri sersemleştiren bir sihirbaz zekâsı vardır. İşte Türk, bu zekâsıyla zafer kazanır, uygarlıklar yaratır ve insanlık dünyasında en şerefli hizmeti başarır. Zaten Avrupa’nın yarısını yüzyıllarca boyunduruk altına almak başka türlü mümkün olamazdı. [Çarnayev (Rus Komutan)].

* Silahlı milletin en canlı örneği Türklerdir. Bu diyar köylüsünün orak, kâtibinin kalem ve hatta kadınlarının etek tutuşunda silaha sarılmış bir pençe kıvraklığı vardır. Türk ata biner gibi oturur, keşfe yollanan asker gibi uyanık yürür. (Moltke).

* Savaşın zevkini almak isteyen herkes Türklerle savaşmalıdır. [ Towsend (İngiliz Komutan)].

* Türk’ün güzel yüzünü, kuvvetli endamını, pırıltılı kostümünü, zarif tavırlarını, kibar gülüşünü, aslanca kükreyişini fırçayla göstermek mümkündür. Fakat pek güç olan, Türk'ün özünü göstermektir. Bu öz, ay ışığı gibi görülür, fakat gösterilemez. [Decamps (Fransız ressam)].

* Türklerin yürekleri temizdir. Onlarda bâtıl fikirler, basit düşünceler yoktur.  [Semame İbn-i Eşreş (Arap Bilgini)].

* Türk, Heredot’tan, Tevrat’tan çok eski yüzyılların tanıdığı bir ulustur. Sadelik içinde görkemi, sükûnet içinde ihtişamı, tahakküm kabul etmeyen bir yüreklilik, alabildiğine geniş bir fetih aşkı, sonsuz bir teşebbüs kabiliyeti, bölgelere uymaktan çok bölgeleri kendine uydurma zevki ve alışkanlığı Türk milletinin asırlar dolduran tarihinde açıkça görülür. (Tarihçi Hammer).

* Dünyada iki bilinmeyen vardır. Biri kutuplar, diğeri Türkler. (Albert Sorel).

* Türklerin ruhu yeniden parlayacak ve silah kullanmak için doğan bu kahraman milletin tarihi eski ışığını bulacaktır. (Moltke).


* * *
Moltke doğru söylüyor; “Türklerin ruhu yeniden parlayacak” ve kontrolden çıkan insanlık yeniden onun rayihasıyla rayına oturacaktır.  
İngiliz mütefekkirlerinden John Haslip bu asrın başlarında şöyle diyordu; “Dünyada uyuyan bir dev var; Türkler. Bu devi uyandırmayınız!” Bahse konu Türkler tarihteki Türkler midir, yoksa bugünkü torunları olan Türkler midir? Tartışmaya değer. Ancak ne olursa olsun, eğer bu sürgün o çınara aitse -ki öyledir- o zaman sorun da yok demektir… Onun uyanması demek; insanlık onurunun, manevî değerlerin, insanlığın ortak paydası bütün faziletlerin uyanması demek olacaktır. Uyandırılmamasını isteyenler, karanlıkta yol alan yarasalardır, ancak onların hükmü de karanlığın zevalinin dolup “Gündüz”ün ortaya çıkacağı âna kadardır. Ve o ân çok yakındır. Hüşyâr gönüller “fecr-i kâzib”in yerini çoktan “fecr-i sâdık”a devrettiğini müşahede etmişlerdir. Gör(e)meyen, güneşe değil gözüne yansın. Hayatta olsa idi kendisine (John Haslip), olmadı torunlarına söylenecek söz açıktır; “Geç kaldınız beyler! Bahsettiğiniz dev çoktan uyandı. Uyutmak için iki cihanı bir araya getirseniz, artık uyutamazsınız. Ya ona uyacaksınız, ya da önünde ezilmemeniz için kenara çekilip ‘uyuyor’ muamelesi yapacaksınız.” Vak‘a kıyıda köşede aldığı morfinin etkisiyle hâlâ uyuyan, ara sıra kendisine gelir gibi olduğunda zafer naraları atan, ezberlediği birkaç replik sloganı söyledikten sonra bir dahaki uyanma vaktine kadar köşesine çekilen sokak kahramanı “dipdiri gezen meyyitler” var. Onları da, değil dünyanın en büyük atom bombalarını, iki cihanı bir araya getirseniz, yine de uyandıramazsınız… Uyanmamaları evlâ, uyandırmayan da Mevlâ’dır, herhâlde…

Başkaları “sizler ‘hür’sünüz, kendinize gelin, yazık etmeyin” dedikçe, “hayır, biz sizlerin “esir”iyiz, size meftûn ve medyûnuz” diyenler çok bu memlekette. Sözleriyle demeseler bile tavırlarıyla bu hükmü te’yîd edenler var. Ancak irfan yolcularının hayat ve hâdiselere küllî bakışlarıyla; dünün Efendisi olanların bugünün Esîri olamayacağını Îmâ, şimdilerde ise İfâde eder mahiyettedir. Geçmişin nurlu iklimine ulaşanlar gelecekte daha aydınlık bir dünya inşa edeceklerdir. Bu ideal, uyuyan mukaddesatçıların rüyalarında bile göremeyecekleri bir aydınlık iklimdir. “Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım” deyip, çamurda dahi olsa yol alanları, üstü kapalı tribünlerde oturup ferîh/fahûr bir hayat içinde gelen-giden hakkında hüküm beyan eden laf cambazlarının anlaması mümkün değildir. Yolun erkânı; hedefe kilitlenip, “yolcu yolunda gerektir” düşüncesiyle, kim ne derse desin, yoluna devam etmektir. Kenarda köşede kalmışlara söz yetiştirenler yolda kalanlar olacağından bugünün nesli böyle bir handikaba düşmeyecektir. 

Bizler; aşkın bir sevdanın, muhteşem bir medeniyet anlayışının sürgünleriyiz. Bu “sürgün” ister “Söğüt”ten “Çınar”a olsun; isterse, mecbûrî bir Hicrete tabi tutulan Muhâcirin evine dönen “sürgün”ü olsun, “Her şey aslına döner” fehvâsınca, kader hükmünü icra edecek ve vaad edilen gerçekleşecektir. Elverir ki bu yürüyüş veya dönüşün kahramanı yine bu millet olsun.

Tarihte bir kere yapılmış olan bir şeyin ikinci defa yapılamaması imkânsız değildir. Sözü bitenin aslında özü bitmiştir. Söyleyecek sözü olanlar (“Kalem” ve “Kelâm”ın Efendileri) ipi göğüsleyecek olanlar olacaktır.
        
Bazı ecnebî zevâtın hakkımızda yazdıklarından birkaç tanesini yukarıya kaydettik. Tarihin de şahadetiyle bu milletin esir edilemeyeceğini gördük. Bu hususu bilen bazı güçlü devletlerin, devlet ve milletimiz üzerindeki oyunlarını boşa çıkarma adına yapılacak her türlü faaliyet mukaddestir. Mukaddesleri çiğnenenler, bayraklaşmak ve dahi yıldızlara giden yolları öğrenip yıldızlaşmak istiyorlarsa; önden giden Kudsîlerin izlerini takip etmelidirler. “Esâret”e altına girmemenin ve de “kurtuluş”a ermenin yolu budur.