Ölümü iliklerime kadar hissettiğim gündü 9 yaşındaki erkek kardeşimi yerde uzatılmış gördüğümde.. Tendeki tazeliğin, yüzdeki çocuksuluğun kuş olup uçtuğuna şahit olduğum ilk gündü, kardeşimin soba soğukluğundaki minicik bedenine dokunduğum an. Ölüme yakın mesafeden bakmış; ruhen sarsıntı ötesi depremler yaşamış; bedenim ise şok üstüne şoklar geçirmişti o gün.
Ölümü ve sonrasını ve hatta Allah’ın varlığını ilk kez başka bir boyutta o gün sorgulamıştım..
Dershanedeydim.. Sıradan bir gündü,
Halam, kocası ve sevdiğim bir arkadaşım dershaneden almışlardı beni. Beni dersten çağıran hoca anneannemin hasta olduğunu söylemişti sınıfın kapısında. Telaşla aşağıya merdivenleri inerken, anneanneme üzülüyordum bir yandan. Zira dershane taksitimin ilkini dedemden kendisine kalan aylığından ödemişti de, bu sayede o yıl üniversiteye hazırlık için dershaneye gitme fırsatı bulmuştum. Sonsuz bir minnet duygusuyla bunları düşünürken, içten içe dua ediyordum ona..
Araca bindiğimde halam ve arkadaşım arka koltukta, halamın kocası Sinan Abi ise şoför koltuğundaydı. Eve doğru yol alırken dershanede yaşadıklarımı anlatıyordum onlara bir taraftan; soluksuz, annemin sabahleyin çantama koyduğu arasında peynir olan dürümü büyük bir iştahla yerken.. Öyle ki onların ağladıklarını bir zaman sonra fark edebildim. “Sonunda dayanamayıp sordum. “Anneanneme bir şey mi oldu?”
Zira anneannem sık sık hasta olurdu; ama sonunda iyileşirdi. Bu da rutin hastalanmalarından biri olmalıydı. Belki biraz daha ciddi.
Onlar net bir şey demediler, “Yok yok bir şey olmadı” dercesine hareketler yaptılar. Ben konuşmaya devam ettim. Taa kii köyümüzün sınırlarından içeri girene kadar..
Bir süre sonra ilginç bir şey oldu.. Araç anneannemlere doğru değil de bizim eve doğru gidiyordu. Telaşla yine sordum, “Bize neden gidiyoruz? “
Hiç de inandırıcı olmayan, belli belirsiz cılız bir cevap; “Anneannen hasta diye size getirmişler”
Bu defa Sustum.. Kafam allak bullak olmuştu. Bir şey olmuştu, olan şey de kötü bir şeydi.
Derken komşumuz, aynı zamanda muhtar olan, İdris Amcanın “ki bir yıl kadar önce o da öldü” evinin arkasından bizim eve kıvrılan ince yolu dönmüştük ki, dona kaldım. Kapımızın önünde kazan kaynıyordu. Küçük bir kazan.
Evet; büyük değil küçük bir kazan…Hani çocuklar öldüğünde yakılan..
İşte o anda, o anda sevdiğim birini kaybettiğimi fark etmiş olmanın acısıyla iki büklüm oldum. Tarifsiz bir hüzün kuşatırken ruhumu, gecesini gündüzünü namaza adamış anneannemin bize verdiği öğütler geliyordu aklıma. Dahası birçok şey. Adı konmamış bir sürü duyguyu aynı anda hissediyordum. Üzülüyordum; hem de çok..
Evimizin yaslı olduğu dağın üzerine dağılan erkekler, ölüme ilk kez tanık olan çocuklar, tavuklar, ihramını alıp evimize doğru koşar adımlarla giden kadınlar hepsi üzgündü. Evimizin önündeki bahçeye doğru yürürken, halamların söylemeye cesaret edemediği gerçeği, artık çözmüştüm.. Anneannem ölmüştü. Herkes de bu yüzden ağlıyordu.
ÖLEN KARDEŞİMMİŞ…
Ne büyük yanılgı içindeymişim.. Ölümü yakıştıramıyoruz en yakınımızdakine, en cancağımıza. Yıllarca hastalıkların pençesinde eriyen kardeşime doktorlar “3 yıl ömrü kaldı” dedikleri halde ben ölümü anneanneme yakıştırmıştım nedense o gün..
Köyümüzün kadınlarının doldurduğu evimizin kapısından ilk içeri girerken, hala anneannem öldü sanıyordum. Hatta kalabalığı yarıp cenazenin olduğu salona vardıktan sonra bile, başımı sobanın borusuna yaslayıp bir yarım saat anneannem için üzülmüştüm.. Ağlayamamıştım üstelik..
Donmuş bakışlarla yerde üzeri örtülü cenazeye bakarken, anneannemin neden boyunun kısaldığını merak ediyordum. Zira yerde yatan ölünün boyu kısaydı; ben ise zihnimde uzatmaya çalışıyordum. Çünkü ölen anneannemdi ve anneannemin boyu uzundu.
Acı gerçeği ise bir süre sonra fark edebildim. 
Anneannemden ayrılmış olmanın derin hüznüyle bakarken etrafa, kardeşimin başında ağlayan anneannemi gördüm. Öldü sandığım anneannem ağlıyordu; hem de bir gün önce "Büyünce baba olacağım" diyen kardeşimin başında..
O ana dair tek hatırladığım, “Muhammeeeeetttt! “ diye bağırarak dışarıya koştuğum…
Devam edecek…